Amesron - 08-12-2009 13:51 GMT -
Yarışmacılar ve Öyküleri
Yazar: trikolik
Yazar: Comte
Yazar: berkanu
Yazar: xwerswoodx
Yazar: Shajaam
Tales of a Flame Strike
Eskiden Occlonun ara sokaklarında gezen bir kadının hikayesidir bu. Kara cübbesi, şapkası, sandaletleri ile simsiyah giyinen bir kadının. Annesi ya da babasını hiç tanımamış, sokakta hayvanların içinde büyümüş birisi. Sıfırdan var ettiği serveti ile korkulası bir kadın. Işte o kişi Amux. Onu görenlerin korku ve şüphe ile kaçmasını normal karşılardı, çünkü ahlaki olarak hiçbir öğrenimi yoktu. İnsanlar ile düzgün bir bağ kuramamıştı hiçbir zaman. Hayvanların arasında kaldığı süre içerisinde onlar ile nasıl iletişime geçiceğini, nasıl kontrol edebileceğini öğrendi. Büyücülük yetenekleride olağan üstü idi. Özelliklede insanların altından çıkartarak onları yaktığı "Flame Strike" büyüsünde ondan daha iyisi geçen yüzyıllar sonra bile görülmedi. Amux savaşa olan merakını ölümcül bir düzeye taşımakta kararlıydı. Bu yüzden Britaindeki katiller ile şehir koruyucularınn savaşlarını gizli bir şekilde hergün izlerdi. Bazen o kadar iliklerinde hissederdiki savaşı, katılma gereği duyar fakat vazgeçerdi. Ta ki o güne kadar. Üstünde simsiyah zırhı, görmesinin nasip olmadığı simsiyah atı, parıl parıl parıldayan kılıcı ile savaşçıyı görene kadar. Savaşçı o sırada katil bir büyücü ile savaşıyordu. Biraz yaralı idi. Büyücü ise bütün gücünü toplamış savaşçıya ölümcül büyüler atıyordu. Bir anda aklına geldi Amuxun. Savaşın ortasına girecek ve olmadık bir anda ustalaştığı yeteneğini kullanıcaktı. Fakat doğru zaman ne zamandı? Savaşçı büyücünün üstüne koştu, kılıcı ile cübbesinde devasa bir yarık açtı. Büyücünün koruma büyüleri anında iyileştirdi onu. Hemen karşı saldırıya başladı büyücü fakat o anda savaşçının darbesi il atından düşüverdi. Yayan kaçmasının imkanı yoktu, köşeye sıkışmıştı. Artık büyücü için yapacak pek bişiy kalmamıştı. Gözlerini kapadı ve mutlak ölümü bekledi. İşte o anda anladı Amux doğru zamanın geldiğini ve savaşçıya doğru bütün gücü ile haykırdı. "Kal Vas Flam". Savaşçının altından çıkan ölümcül alevler oracıkta yanarak can vermesine sebep oldu. Büyücü gözlerini açtığında savaşçının yerde yatan cansız bedenini gördü. Yanmış bedeni çok kötü kokuyordu, zırhı derisine yapışmış ve kavurmuştu savaşçıyı. Büyücü o anda birşylerin yanlış olduğunu hissetti ve koşar adımlarla evine kaçtı. Arkadaşlarına anlattığında kimse bir anlam verememişti güçlü bir savaşçının o nasıl o şekilde öldüğüne. Dİlden dile dolaştı dedikodu. Şehirdeki herkes bu gizemli olayı merak ediyordu...
Amux şehirlere gitmeyi pek sevmezdi, ormanda hayvanları ile beraber yaşamayı kendine daha uygun görürdü. İnsanların ne denli düzenbaz olabileceklerine daha önce şahit olmuştu. Ticaretten pek anlamazdı, konuşmayı bile doğru düzgün beceremezdi. Gene de neden kin duyduğunu bilmiyordu, bu da fena halde kafasını kurcalıyordu. Cevabını aslında biliyordu, kendine itiraf edemesede anne ve babasızlık ona çok şey ifade ediyordu. Etrafta kültürlü, parlak zırhları içinde birilerini görmeye dayanamıyordu.
Artık karar vermişti, yeteneğini bu tür insanları görmemek için kullanıcaktı. Hemen kahverengi atına atlayıp Britain köprüsüne gitti, herzamanki gibi katiller ile şehrin koruyucuları arasında amansız bir savaş vardı. Aynı ırktan olan insanların bu şekil savaşmasına anlam veremiyordu. En azından yüz kişi vardı köprü üstünde. Gözleri karardı, ve şiddetli bir şekilde bağırdı. "YETER". Sesindeki öfke, kin, nefret herkesin savaşı bir anlık bırakıp ne olduğuna bakmaya zorladı. Genç kadın köprünün ortasında havada süzülüyordu. Birden simsiyah saçları alev kırmızısı renge dönüşmeye başladı. Biraz daha yükseldiğinde ağzından birkaç kelime süzüldü. "Vas Kal Vas Flam". Kimse anlam verememişti çünkü büyünün sözlerini yanlış öylemişti. Ta ki birkaç saniye sonra yerin altında binlerce alev sütunu çıkana kadar. Herkes kaçışmaya başlamıştı fakat hiçbir yararı yoktu. Alev sütunları o kadar kuvvetliydi ki birkaç metre yanındakiler bile kemilerine kadar yanıyorlardı. Ve sonunda köprü bu alevlere dayanamadı, yıkıldı.
Büyüsü bittiği zaman Amux yavaşa yıkılan köprüden denize süzüldü. Kendisi bile şaşırmıştı bu denli güçlü bir büyüyü nasıl yaptıgına. Hala yanıyordu pekçok yer, fakat ona zarar vermiyor gibi idi. Ateşi kontrol edebildiğini anlamıştı. Hemen ateşin gücü ile alevden bir kuş yarattı, üstüne bindi ve uzaklara doğru uçtu.
İşte çocuklar o günden beri ne zaman iki kişi savaşsa, Amux etraftamı diye korka korka savşırlar. Bu hikayeyi nerdenmi biliyorum? Çünkü ben Amux! "Vas Kal Vas Flam"
Yarışmacılar ve Öyküleri
Yazar: trikolik
Türkiyenin Açılımı
Bir gün britain görevlisi guards yönetime düzeni şikayet eder Der ki siz niye hep bize ızdırap çektiriyorsunuz pvp shardları açıyorsunuz pvp shardlarda işimiz olmuyor biz ortada kalıyoruz yaratıklara verilen haklarla bize bir değil bakın türkiye bile açılım yapıyor ama bi guard açılımı yapamıyorsunuz demiş.Bunun üzerine tetiklenen vendorlar ise stone oluyor hep pvp serverlarında rp serverlarında bile artık işimiz yok iş bulamıyoruz kalıyoruz ortada ultima orginal bir oyun biz nie hep hakkımız yeniliyor demiş.Bunun üzerine britain koruyucusu Lord British brifing vermiş hepinizin hakkı yeniliyor biliyorum ama bakın artık ultima oyuncuları basit ve görselliğe önem veriyor yani bizim açımızdan devir bitti biticek bakın 3dlere geçiş başladı o yüzden yapıcak birşeyim yok der.Onun üzerine daima ölen insanları resleyen healer karar verir ve bundan sonra ölen hiçbir insanı
canlandırmıyacağım der bunu duyan server yetkilileri açılım yapmaya çalışır ama nafile healer kararlıdır canlandırmaz.Günün birinde biri gelir healere derki yaranın kapatamıyacağı şeyi kimse kapatamaz biliyorum ama benim yaram büyük healer canlandırırmısın der healerde acır ve canlandırır sonra derki düşenle düşmek yatanla yatmak ölenle ölmek zorunda değilim ben iyi biriyim başkasına benzemem der.
Bir gün britain görevlisi guards yönetime düzeni şikayet eder Der ki siz niye hep bize ızdırap çektiriyorsunuz pvp shardları açıyorsunuz pvp shardlarda işimiz olmuyor biz ortada kalıyoruz yaratıklara verilen haklarla bize bir değil bakın türkiye bile açılım yapıyor ama bi guard açılımı yapamıyorsunuz demiş.Bunun üzerine tetiklenen vendorlar ise stone oluyor hep pvp serverlarında rp serverlarında bile artık işimiz yok iş bulamıyoruz kalıyoruz ortada ultima orginal bir oyun biz nie hep hakkımız yeniliyor demiş.Bunun üzerine britain koruyucusu Lord British brifing vermiş hepinizin hakkı yeniliyor biliyorum ama bakın artık ultima oyuncuları basit ve görselliğe önem veriyor yani bizim açımızdan devir bitti biticek bakın 3dlere geçiş başladı o yüzden yapıcak birşeyim yok der.Onun üzerine daima ölen insanları resleyen healer karar verir ve bundan sonra ölen hiçbir insanı
canlandırmıyacağım der bunu duyan server yetkilileri açılım yapmaya çalışır ama nafile healer kararlıdır canlandırmaz.Günün birinde biri gelir healere derki yaranın kapatamıyacağı şeyi kimse kapatamaz biliyorum ama benim yaram büyük healer canlandırırmısın der healerde acır ve canlandırır sonra derki düşenle düşmek yatanla yatmak ölenle ölmek zorunda değilim ben iyi biriyim başkasına benzemem der.
Yazar: Comte
Bir gün hazine avcıları gemiyle hazine arıyorlardı. Ellerinde harita Moonglow dolaylarında dolanırken birden gemi su almaya başladı. Fareler peynirle tıkanmış olan delikteki peyniri yemişler meğer. Mürettebattan bir kaçı gemi battığında ölürken; Mason(Kaptan), Elizabeth ve Adam(ikiz kardeşler) gemiden sağ kurtulanlar oldu ancak fırtına onları ayrı yerlere savurmuştu. Mason, Moonglow şehrini tanımıştı yıllar önce bu şehir'in dükü olan Marvell'ın yeğenini yaralamıştı ve sürgüne gönderilmişti. Mason korkuyordu. Marvell'ın adamları onu tekrar yakalarlarsa hapise atıcaklardı. Elizabeth'i gördü ve ona buranın ne kadar tehlikeli bir yer olduğunu anlattı ve kızlar için tehlikeli olucağını söyledi. Böylece Elizabeth erkek gibi giyindi ve bir iş aradı. O sırada dük Marvell sarayında kendisine yardım edicek birisini ararken Elizabeth ismini ve kılığını değiştirmiş bir şekilde iş başvurusu yapmıştır. Yeni adı Cesar'dır.
Adam ise kardeşini kaybetmiş bu yüzden üzgün bir hali vardı ve yeni geldiği yeri tanımaya çalışıyordu. Dük Marvell aşık olduğu Isabella'e elçi olarak işe yeni aldığı Cesar'ı gönderdi. Isabella, Marvell'ın aşkını önemsemediğini söyleyince Cesar gitti. Isabella Cesar'ı çok beğenmişti. Günlerden bir gün Marvell, Cesar'ı tekrar gönderdiğinde Cesar günlerce geri gelmemişti. Isabella onu etkilemeye çalışıp günlerce ona olan aşkını söylemiştir. Cesar Marvell'ın sarayına gittiğinde bunları anlatınca Marvell onu ölüm ile cezalandırmıştı. Giyotinin başında ölümü beklerken kendini bulan Cesar, peruğunu ve kıyafetlerini çıkartıp gerçekte Elizabeth olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Marvell bu güzelliğe dayanamayıp Elizabeth ile evlenmeye karar vermiştir. Bu haber Isabella'in kulağına gidince sinirden Moonglow çarşıya gidip biraz alışveriş yaparken Adam'ı görür ve gözlerine inanamaz. Adam da Isabella'i yakından tanımak ister ve evlenmeye kara verirler. Sonunda Marvell ile Elizabeth, Isabella ile Adam ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlardır.
Adam ise kardeşini kaybetmiş bu yüzden üzgün bir hali vardı ve yeni geldiği yeri tanımaya çalışıyordu. Dük Marvell aşık olduğu Isabella'e elçi olarak işe yeni aldığı Cesar'ı gönderdi. Isabella, Marvell'ın aşkını önemsemediğini söyleyince Cesar gitti. Isabella Cesar'ı çok beğenmişti. Günlerden bir gün Marvell, Cesar'ı tekrar gönderdiğinde Cesar günlerce geri gelmemişti. Isabella onu etkilemeye çalışıp günlerce ona olan aşkını söylemiştir. Cesar Marvell'ın sarayına gittiğinde bunları anlatınca Marvell onu ölüm ile cezalandırmıştı. Giyotinin başında ölümü beklerken kendini bulan Cesar, peruğunu ve kıyafetlerini çıkartıp gerçekte Elizabeth olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Marvell bu güzelliğe dayanamayıp Elizabeth ile evlenmeye karar vermiştir. Bu haber Isabella'in kulağına gidince sinirden Moonglow çarşıya gidip biraz alışveriş yaparken Adam'ı görür ve gözlerine inanamaz. Adam da Isabella'i yakından tanımak ister ve evlenmeye kara verirler. Sonunda Marvell ile Elizabeth, Isabella ile Adam ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlardır.
Yazar: berkanu
Muhittin'in Sevdası
Soğuk ve karlı bir günde Muhittin sokakta tek başına tilki kovalıyor.Muhittin 5 yaşından beri üşenmeden,sıkılmadan tilki kovalamakta.Annesi Züleyha Muhittin'in arkadaşlarından uzak olması,sosyalleşememesine hep üzülürdü.Muhittin'in hayttan beklentisi yok herzaman tek başına tilki kovalamayı yeğler.
Günlerden 2 Aralık Çarşamba Muhittin bir arkadaşının ısrarıyla diğer bir arkadaşının evine gider.İlk başta Muhittin'i ikna etmek zorda olsa sonunda kabul etmiştir.Muhittin gittiği arkadaşının evinde onlarla birlikte bilgisayar oynarlar.Daha sonra Muhittin sıkılır ve gitmek ister ancak arkadaşları kalmasında ısrar eder.Zamanını harcadıktan sonra Muhittin arkadaşlarıyla vedalaşıp evin yolunu tutar.Evine giderken havada iyice kararmıştı Muhittin korka korka yürümektedir.Daha sonra önünde ağlayan bir kız görür,yanına yaklaşır.
-Merhaba,neden ağlıyorsun acaba?
-Sen kendi işine bak beni yalnız bırak.
Muhittin üzgün bir şekilde evin yolunu tutar.Eve geldiğinde annesinden geç kaldığı için dayak yer ve odasına geçer.Muhittin'in aklında o kız vardı ve onu çok merak ediyordu.Gece olduğunda Muhittin'in ailesi yatmıştı.Ve Muhittin sessizce odanın kapısını açıp dışarı çıkmıştı.Koşarak kızın ağladığı yere geldi.Ancak geldiğinde kız orada değildi.Muhittin yine üzgün bir şekilde evine gider.Sabah olduğunda Muhittin arkadaşlarıyla dolaşmaya çıkmıştı.En yakın arkadaşlarından biri olan Kamil,Muhittin'in mutsuz olduğunu görüp "Neden bu kadar mutsuz görünüyorsun"d
ye sorar.Muhittin ise "Hiiç önemli birşey değil biz keyfimize bakalım"der.Arkadaşlarıyla dolaşırken o kızı görür ve arkadaşlarının yanından ayrılır.Kızın yanına yaklaşır ve konuşmaya başlarlar.Günler geçtikçe çok iyi iki arkadaş olurlar.
Muhittin artık büyümüştür 19 yaşında bir delikanlı olmuştur.Tanıştığı kız arkadaşı olan Şükufe ile sabahtan akşama kadar gezerdi.Bu durumdan kızın ailesi çok rahatsız olur ve birdaha bukadar geç gelmemesi konusunda Şükufe'yi uyarırlar.Muhittin'in içinde bir kıvılcım ateşlenmiştir kıza karşı.Fakat bu platonik aşkı arkadaşı Şükufe'ye nasıl açacağını bilmemektedir.En yakın arkadaşı olan Kamil'den yardım ister.Kamil buna verdiği fikirleri aynen uygulamasını ister.Muhittin yine bir sabah buluştuğu Şükufe ile ona açılmayı düşünür.En uygun zamanı kollamaktadır.Sahilde kayalıkların arasında Muhittin Şükufe'ye iyice yaklaşır ve göz göze gelirler.Muhittin Şükufe'nin dudağına ibr buse kondurur.Ve kızda bunun farkındadır,Muhittin'e karşılık verir.Artık Muhittin ile Şükufe birbirlerine karşı duygularını söylemişlerdir.Muhittin çok mutlu bir şekilde eve gelir hemen odasına geçer.Yatağında uzanırken aklına evlilik konusunu getirir.Bunu ertesi gün kız arkadaşına açar ve o da buna razı olur.Bu düşünceyi ikisi de ailelerine açmak üzere evlerine giderler.Muhittin ve Şükufe ailelerinden ret cevabı alınca ikiside üzgün bir şekilde buluşurlar.Muhittin evlenmeyi çok istiyordu.Aklına hınzırlık gelir ve Şükufe'yi bu akşam kaçıracağını söyler.Şükufe ilk başlarda razı olmasada sonunda kabul eder.Akşam olduğunda Muhittin heyecanlı bir şekilde kızın evine gelir.Aşağıda bekler biraz sonra kızda gelir ve hemen uzaklaşırlar oradan.Henüz nereye gideceklerini bilemeyen bu iki aşık sahile gitmeye karar verirler.Sahile gittiklerinde sessizce,konuşmadan beklerler bir süre daha sonra Şükufe "Ben yatıyorum" diyip kayalıkların arasında bir yer bulur ve yatar.Muhittin ise sabaha kadar uyumamıştır.Öğlen olunca yola koyulan bu 2 genç boş boş gezerlerken bir lokantaya geçerler.Karınlarını doyurduktan sonra tekrar yollara koyulurlar.
Aradan 2 hafta geçmiştir.İkisi evlenmişlerdir.Muhittin bir işe girip çalışıyor,Şükufe ise nakış kursuna başlamıştı.İkiside akşam üstü çıkıp buluşma noktaları olan sahildeki kayalıklara gelirler ve sohbet etmeye başlarlar.Aradan 30-40 dakika geçtikten sonra 2 polis memuru kimliklerini sorar ve kimliklerini verdikten sonra kisinide karakola ***
ürürler.İkisininde ailesi karakolda beklemekteydi.İki genç karakola geldiklerinde aileleri tarafından azarlanıp evlerine dağılmıştı.Her iki tarafın aileleride bu evliliğe karşıydılar.Muhittin ne yapsada boştu.Muhittin'in bir gün canına tak etti ve odasına bir not yazarak evi terketti.O notta:
Canım annem,
Yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum.Benim bedenimi alıkoyabilirsiniz ama ruhumu asla.Ben sevdiğime kavuşamadıkça bu dünya'da yaşamak anlamsız.Beni bir daha göremeyeceğiniz bir yere gidiyorum.Ama merak etmeyin yakın bir zamanda orada da görüşeceğiz.Bu seferde hesabı ben soracağım.Elveda..
Muhittin meşhur buluşma yer olan kayalıklara gelip son bir kez etrafa baktıktan sonra ayaklarına bağladığı taşlarla kendini suya atar.Durumu öğrenen ailesi çok pişman olmuştur ancak son pişmanlık fayda etmez..
Soğuk ve karlı bir günde Muhittin sokakta tek başına tilki kovalıyor.Muhittin 5 yaşından beri üşenmeden,sıkılmadan tilki kovalamakta.Annesi Züleyha Muhittin'in arkadaşlarından uzak olması,sosyalleşememesine hep üzülürdü.Muhittin'in hayttan beklentisi yok herzaman tek başına tilki kovalamayı yeğler.
Günlerden 2 Aralık Çarşamba Muhittin bir arkadaşının ısrarıyla diğer bir arkadaşının evine gider.İlk başta Muhittin'i ikna etmek zorda olsa sonunda kabul etmiştir.Muhittin gittiği arkadaşının evinde onlarla birlikte bilgisayar oynarlar.Daha sonra Muhittin sıkılır ve gitmek ister ancak arkadaşları kalmasında ısrar eder.Zamanını harcadıktan sonra Muhittin arkadaşlarıyla vedalaşıp evin yolunu tutar.Evine giderken havada iyice kararmıştı Muhittin korka korka yürümektedir.Daha sonra önünde ağlayan bir kız görür,yanına yaklaşır.
-Merhaba,neden ağlıyorsun acaba?
-Sen kendi işine bak beni yalnız bırak.
Muhittin üzgün bir şekilde evin yolunu tutar.Eve geldiğinde annesinden geç kaldığı için dayak yer ve odasına geçer.Muhittin'in aklında o kız vardı ve onu çok merak ediyordu.Gece olduğunda Muhittin'in ailesi yatmıştı.Ve Muhittin sessizce odanın kapısını açıp dışarı çıkmıştı.Koşarak kızın ağladığı yere geldi.Ancak geldiğinde kız orada değildi.Muhittin yine üzgün bir şekilde evine gider.Sabah olduğunda Muhittin arkadaşlarıyla dolaşmaya çıkmıştı.En yakın arkadaşlarından biri olan Kamil,Muhittin'in mutsuz olduğunu görüp "Neden bu kadar mutsuz görünüyorsun"d
ye sorar.Muhittin ise "Hiiç önemli birşey değil biz keyfimize bakalım"der.Arkadaşlarıyla dolaşırken o kızı görür ve arkadaşlarının yanından ayrılır.Kızın yanına yaklaşır ve konuşmaya başlarlar.Günler geçtikçe çok iyi iki arkadaş olurlar.
Muhittin artık büyümüştür 19 yaşında bir delikanlı olmuştur.Tanıştığı kız arkadaşı olan Şükufe ile sabahtan akşama kadar gezerdi.Bu durumdan kızın ailesi çok rahatsız olur ve birdaha bukadar geç gelmemesi konusunda Şükufe'yi uyarırlar.Muhittin'in içinde bir kıvılcım ateşlenmiştir kıza karşı.Fakat bu platonik aşkı arkadaşı Şükufe'ye nasıl açacağını bilmemektedir.En yakın arkadaşı olan Kamil'den yardım ister.Kamil buna verdiği fikirleri aynen uygulamasını ister.Muhittin yine bir sabah buluştuğu Şükufe ile ona açılmayı düşünür.En uygun zamanı kollamaktadır.Sahilde kayalıkların arasında Muhittin Şükufe'ye iyice yaklaşır ve göz göze gelirler.Muhittin Şükufe'nin dudağına ibr buse kondurur.Ve kızda bunun farkındadır,Muhittin'e karşılık verir.Artık Muhittin ile Şükufe birbirlerine karşı duygularını söylemişlerdir.Muhittin çok mutlu bir şekilde eve gelir hemen odasına geçer.Yatağında uzanırken aklına evlilik konusunu getirir.Bunu ertesi gün kız arkadaşına açar ve o da buna razı olur.Bu düşünceyi ikisi de ailelerine açmak üzere evlerine giderler.Muhittin ve Şükufe ailelerinden ret cevabı alınca ikiside üzgün bir şekilde buluşurlar.Muhittin evlenmeyi çok istiyordu.Aklına hınzırlık gelir ve Şükufe'yi bu akşam kaçıracağını söyler.Şükufe ilk başlarda razı olmasada sonunda kabul eder.Akşam olduğunda Muhittin heyecanlı bir şekilde kızın evine gelir.Aşağıda bekler biraz sonra kızda gelir ve hemen uzaklaşırlar oradan.Henüz nereye gideceklerini bilemeyen bu iki aşık sahile gitmeye karar verirler.Sahile gittiklerinde sessizce,konuşmadan beklerler bir süre daha sonra Şükufe "Ben yatıyorum" diyip kayalıkların arasında bir yer bulur ve yatar.Muhittin ise sabaha kadar uyumamıştır.Öğlen olunca yola koyulan bu 2 genç boş boş gezerlerken bir lokantaya geçerler.Karınlarını doyurduktan sonra tekrar yollara koyulurlar.
Aradan 2 hafta geçmiştir.İkisi evlenmişlerdir.Muhittin bir işe girip çalışıyor,Şükufe ise nakış kursuna başlamıştı.İkiside akşam üstü çıkıp buluşma noktaları olan sahildeki kayalıklara gelirler ve sohbet etmeye başlarlar.Aradan 30-40 dakika geçtikten sonra 2 polis memuru kimliklerini sorar ve kimliklerini verdikten sonra kisinide karakola ***
ürürler.İkisininde ailesi karakolda beklemekteydi.İki genç karakola geldiklerinde aileleri tarafından azarlanıp evlerine dağılmıştı.Her iki tarafın aileleride bu evliliğe karşıydılar.Muhittin ne yapsada boştu.Muhittin'in bir gün canına tak etti ve odasına bir not yazarak evi terketti.O notta:
Canım annem,
Yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum.Benim bedenimi alıkoyabilirsiniz ama ruhumu asla.Ben sevdiğime kavuşamadıkça bu dünya'da yaşamak anlamsız.Beni bir daha göremeyeceğiniz bir yere gidiyorum.Ama merak etmeyin yakın bir zamanda orada da görüşeceğiz.Bu seferde hesabı ben soracağım.Elveda..
Muhittin meşhur buluşma yer olan kayalıklara gelip son bir kez etrafa baktıktan sonra ayaklarına bağladığı taşlarla kendini suya atar.Durumu öğrenen ailesi çok pişman olmuştur ancak son pişmanlık fayda etmez..
Yazar: xwerswoodx
Savaş dönemiydi. Günler su gibi akıp gidiyordu. Günler geçerken belki de tarihi değiştirecek bir olay olmuştu. Moonglow şehri hiç çocuk doğmayan bir şehir olduğu için "Kısır" lakabı ile anılıyordu ama bir gün Marnid adındaki genç doğdu o şehirde.
Marnid o şehrin ilk bebeğiydi o yüzden o şehirde çok seviliyordu. Günler su gibi akıp geçerken yıllardan 1925 olmuştu. Marnid 12 yaşına basmıştı. Doğum gününde ailesi evlerine gelen bir saldırıda şehit düşmüştü. Marnid ise dolaba saklanmış ve kurtulmuştu. Yıllar yine su gibi akıp geçerken geçimini sağlamak için yüzlerce meslek denemişti. En son hırsızlık yapmayı bile düşünmüştü ama büyük usta Mardo buna izin vermemişti. Babasından da gelen balıkcılık merağıda onu balıkçılığa sürüklemişti. Balıkçılık ile geçimini sağlayan Marnid için seneler hemen geçiyordu. Seneler su gibi akıp geçerken 1937 olmuştu 24 yaşındaydı Marnid. Britain şehrine doğru uzun bir yolculuk yapacaktı. Orada kılıç eğitimi alıp ailesini öldürenlerden öcünü alacaktı. Katiller yapmıştı bunu biliyordu çünkü katiller kaçarken üstünde murderer yazan bir kolye düşürmüştü. Gemisi ile Britain'e ayak basmıştı orada hep iyi kuşanmış insanlar görüyordu ve her köşede evladım gitti diye ağlayan anneler, babalar... Trendy adında bir ustadan eğitim almış ve tam yedi yıl sonunda ustası ona savaşa hazır olduğunu söylemişti. Hocası ona balıkçılığı unutturup silah ustalığını, can kontrolünü ve savaş yeteneklerini öğretmişti. Yedi yıl sonunda tek başında Britain şehrinden çıkıp Delucia ya kadar yol almıştı ama unuttuğu bir şey vardı. Katiller sayıca hem fazla hemde daha güçlüydü. Marnid yolunu hiç bozmadan devam etti yollarda ruhlar ve çok kötü hayvanlar görmüştü. Henüz 31 yaşında olan Marnid bu canavarları hiç korkmadan öldürdü. İmtikam ateşi ile yanıp tutuşan Marnid yoluna .çıkan engelleri sallamıyordu. Yıllarca şehirden şehire dolaştı, dağlar tepeler aştı ve en sonunda Delucia şehrine vardı. Şehir girişinde bir sürü pek dolanıyordu. Marnid gizli bir yere saklanıp sabahlamıştı. Sabah kalktıktan sonra dolaşıp yiyecek bulmuştu. Şehre girmek için kapıya gitmişti ve orda tek başına olan katile saldırmıştı. Neye uğradığını şaşıran katil bir anda ölmüştü. Kılıç sesini duyan katiller kapıdan dışarı çıkmıştı ama Marnid onları önceden görüp kaçmıştı oradan sonra Britain şehrine geri dönüp ustasına danışan Marnid'e ustası yirmi kişilik bir ordu verip yollamıştı. Marnid ve yirmi arkadaşı Delucia'ya gitmek için yola çıkmışlardı. Tam on üç gün sonra, Marnid ve arkadaşları Delucia'ya varmıştı ama onları bekleyen bir sürpriz vardı. Marnid'in öldürdüğü gençden sonra köy halkı iyice savunmaya çekilmişti. Bu yüzden 1945 yılının başlarına doğru surları yaptılar. Surlar çok sağlam olduğu için ve yüksek olduğu için okculara artı bir avantaj kazsandırıyordu. Tek çare korumalara görünmeden şehre dalmaktı ama bu sandıkları kadar kolay değildi. Marnid'in iki arkadaşı Moonglow'a gidip orda kalan kişilerden geçmişte olan savaşın öcünü almaları için ikna etmişlerdi. O dönemin jhelom kralı Sir swordfish, Marnid'i yanına çağırmıştı. Marnid ile yaptığı uzun konuşmadan sonra ona yardım etmeye ikna olmuştu. Marnid çok zayıf görünüyordu ama içindeki intikam ateşi öyle büyüktü ki önüne kim gelse öldürecek gibiydi. Sir Swordfish ve yetmiş üç askeri savaşa Marnid tarafında katılmıştı ama katil ordusu hem sayıca hemde güç olarak çok üstündü. Sir Sf dört askerini Britain kralı Sir Alex, üç askerini ise Magincia kralı Lord Angenetin'in yanına yollamıştı. Magincia o zamanda büyücülerin yetiştiği yerdi ve büyücülerin öldürücü güçleri vardı o yüzden katiller magincia şehrine hiç giremedi. Sekiz hafta boyunca şehrin yakınlarında kamp yapan Sir Swordfish, Marnid ve askerler iyice dinlenmiş ve savaşa hazır hale gelmişti. En sonunda Magincia'dan büyücüler de gelmişti. Kamptan yola çıkıp Delucia yolunu tutmuştu askerler ama daha önce Sir Swordfish ve Marnid'in askeri ölmüştü onlarda zor kurtulmuşlardı. O gün savaş akşama kadar sürmüştü ve o gün katiller ağır bir yenilgi almıştı.
O gün Marnid'den mutlusu yoktu. Çünkü nede olsa ailesinin öcünü almıştı. Marnid 1983 yılında 70 yaşında hayatını kaybetti. Ondan sonrada Moonglow'da çocuk yine doğmamaya başladı...
Marnid o şehrin ilk bebeğiydi o yüzden o şehirde çok seviliyordu. Günler su gibi akıp geçerken yıllardan 1925 olmuştu. Marnid 12 yaşına basmıştı. Doğum gününde ailesi evlerine gelen bir saldırıda şehit düşmüştü. Marnid ise dolaba saklanmış ve kurtulmuştu. Yıllar yine su gibi akıp geçerken geçimini sağlamak için yüzlerce meslek denemişti. En son hırsızlık yapmayı bile düşünmüştü ama büyük usta Mardo buna izin vermemişti. Babasından da gelen balıkcılık merağıda onu balıkçılığa sürüklemişti. Balıkçılık ile geçimini sağlayan Marnid için seneler hemen geçiyordu. Seneler su gibi akıp geçerken 1937 olmuştu 24 yaşındaydı Marnid. Britain şehrine doğru uzun bir yolculuk yapacaktı. Orada kılıç eğitimi alıp ailesini öldürenlerden öcünü alacaktı. Katiller yapmıştı bunu biliyordu çünkü katiller kaçarken üstünde murderer yazan bir kolye düşürmüştü. Gemisi ile Britain'e ayak basmıştı orada hep iyi kuşanmış insanlar görüyordu ve her köşede evladım gitti diye ağlayan anneler, babalar... Trendy adında bir ustadan eğitim almış ve tam yedi yıl sonunda ustası ona savaşa hazır olduğunu söylemişti. Hocası ona balıkçılığı unutturup silah ustalığını, can kontrolünü ve savaş yeteneklerini öğretmişti. Yedi yıl sonunda tek başında Britain şehrinden çıkıp Delucia ya kadar yol almıştı ama unuttuğu bir şey vardı. Katiller sayıca hem fazla hemde daha güçlüydü. Marnid yolunu hiç bozmadan devam etti yollarda ruhlar ve çok kötü hayvanlar görmüştü. Henüz 31 yaşında olan Marnid bu canavarları hiç korkmadan öldürdü. İmtikam ateşi ile yanıp tutuşan Marnid yoluna .çıkan engelleri sallamıyordu. Yıllarca şehirden şehire dolaştı, dağlar tepeler aştı ve en sonunda Delucia şehrine vardı. Şehir girişinde bir sürü pek dolanıyordu. Marnid gizli bir yere saklanıp sabahlamıştı. Sabah kalktıktan sonra dolaşıp yiyecek bulmuştu. Şehre girmek için kapıya gitmişti ve orda tek başına olan katile saldırmıştı. Neye uğradığını şaşıran katil bir anda ölmüştü. Kılıç sesini duyan katiller kapıdan dışarı çıkmıştı ama Marnid onları önceden görüp kaçmıştı oradan sonra Britain şehrine geri dönüp ustasına danışan Marnid'e ustası yirmi kişilik bir ordu verip yollamıştı. Marnid ve yirmi arkadaşı Delucia'ya gitmek için yola çıkmışlardı. Tam on üç gün sonra, Marnid ve arkadaşları Delucia'ya varmıştı ama onları bekleyen bir sürpriz vardı. Marnid'in öldürdüğü gençden sonra köy halkı iyice savunmaya çekilmişti. Bu yüzden 1945 yılının başlarına doğru surları yaptılar. Surlar çok sağlam olduğu için ve yüksek olduğu için okculara artı bir avantaj kazsandırıyordu. Tek çare korumalara görünmeden şehre dalmaktı ama bu sandıkları kadar kolay değildi. Marnid'in iki arkadaşı Moonglow'a gidip orda kalan kişilerden geçmişte olan savaşın öcünü almaları için ikna etmişlerdi. O dönemin jhelom kralı Sir swordfish, Marnid'i yanına çağırmıştı. Marnid ile yaptığı uzun konuşmadan sonra ona yardım etmeye ikna olmuştu. Marnid çok zayıf görünüyordu ama içindeki intikam ateşi öyle büyüktü ki önüne kim gelse öldürecek gibiydi. Sir Swordfish ve yetmiş üç askeri savaşa Marnid tarafında katılmıştı ama katil ordusu hem sayıca hemde güç olarak çok üstündü. Sir Sf dört askerini Britain kralı Sir Alex, üç askerini ise Magincia kralı Lord Angenetin'in yanına yollamıştı. Magincia o zamanda büyücülerin yetiştiği yerdi ve büyücülerin öldürücü güçleri vardı o yüzden katiller magincia şehrine hiç giremedi. Sekiz hafta boyunca şehrin yakınlarında kamp yapan Sir Swordfish, Marnid ve askerler iyice dinlenmiş ve savaşa hazır hale gelmişti. En sonunda Magincia'dan büyücüler de gelmişti. Kamptan yola çıkıp Delucia yolunu tutmuştu askerler ama daha önce Sir Swordfish ve Marnid'in askeri ölmüştü onlarda zor kurtulmuşlardı. O gün savaş akşama kadar sürmüştü ve o gün katiller ağır bir yenilgi almıştı.
O gün Marnid'den mutlusu yoktu. Çünkü nede olsa ailesinin öcünü almıştı. Marnid 1983 yılında 70 yaşında hayatını kaybetti. Ondan sonrada Moonglow'da çocuk yine doğmamaya başladı...
Yazar: Shajaam
Tales of a Flame Strike
Eskiden Occlonun ara sokaklarında gezen bir kadının hikayesidir bu. Kara cübbesi, şapkası, sandaletleri ile simsiyah giyinen bir kadının. Annesi ya da babasını hiç tanımamış, sokakta hayvanların içinde büyümüş birisi. Sıfırdan var ettiği serveti ile korkulası bir kadın. Işte o kişi Amux. Onu görenlerin korku ve şüphe ile kaçmasını normal karşılardı, çünkü ahlaki olarak hiçbir öğrenimi yoktu. İnsanlar ile düzgün bir bağ kuramamıştı hiçbir zaman. Hayvanların arasında kaldığı süre içerisinde onlar ile nasıl iletişime geçiceğini, nasıl kontrol edebileceğini öğrendi. Büyücülük yetenekleride olağan üstü idi. Özelliklede insanların altından çıkartarak onları yaktığı "Flame Strike" büyüsünde ondan daha iyisi geçen yüzyıllar sonra bile görülmedi. Amux savaşa olan merakını ölümcül bir düzeye taşımakta kararlıydı. Bu yüzden Britaindeki katiller ile şehir koruyucularınn savaşlarını gizli bir şekilde hergün izlerdi. Bazen o kadar iliklerinde hissederdiki savaşı, katılma gereği duyar fakat vazgeçerdi. Ta ki o güne kadar. Üstünde simsiyah zırhı, görmesinin nasip olmadığı simsiyah atı, parıl parıl parıldayan kılıcı ile savaşçıyı görene kadar. Savaşçı o sırada katil bir büyücü ile savaşıyordu. Biraz yaralı idi. Büyücü ise bütün gücünü toplamış savaşçıya ölümcül büyüler atıyordu. Bir anda aklına geldi Amuxun. Savaşın ortasına girecek ve olmadık bir anda ustalaştığı yeteneğini kullanıcaktı. Fakat doğru zaman ne zamandı? Savaşçı büyücünün üstüne koştu, kılıcı ile cübbesinde devasa bir yarık açtı. Büyücünün koruma büyüleri anında iyileştirdi onu. Hemen karşı saldırıya başladı büyücü fakat o anda savaşçının darbesi il atından düşüverdi. Yayan kaçmasının imkanı yoktu, köşeye sıkışmıştı. Artık büyücü için yapacak pek bişiy kalmamıştı. Gözlerini kapadı ve mutlak ölümü bekledi. İşte o anda anladı Amux doğru zamanın geldiğini ve savaşçıya doğru bütün gücü ile haykırdı. "Kal Vas Flam". Savaşçının altından çıkan ölümcül alevler oracıkta yanarak can vermesine sebep oldu. Büyücü gözlerini açtığında savaşçının yerde yatan cansız bedenini gördü. Yanmış bedeni çok kötü kokuyordu, zırhı derisine yapışmış ve kavurmuştu savaşçıyı. Büyücü o anda birşylerin yanlış olduğunu hissetti ve koşar adımlarla evine kaçtı. Arkadaşlarına anlattığında kimse bir anlam verememişti güçlü bir savaşçının o nasıl o şekilde öldüğüne. Dİlden dile dolaştı dedikodu. Şehirdeki herkes bu gizemli olayı merak ediyordu...
Amux şehirlere gitmeyi pek sevmezdi, ormanda hayvanları ile beraber yaşamayı kendine daha uygun görürdü. İnsanların ne denli düzenbaz olabileceklerine daha önce şahit olmuştu. Ticaretten pek anlamazdı, konuşmayı bile doğru düzgün beceremezdi. Gene de neden kin duyduğunu bilmiyordu, bu da fena halde kafasını kurcalıyordu. Cevabını aslında biliyordu, kendine itiraf edemesede anne ve babasızlık ona çok şey ifade ediyordu. Etrafta kültürlü, parlak zırhları içinde birilerini görmeye dayanamıyordu.
Artık karar vermişti, yeteneğini bu tür insanları görmemek için kullanıcaktı. Hemen kahverengi atına atlayıp Britain köprüsüne gitti, herzamanki gibi katiller ile şehrin koruyucuları arasında amansız bir savaş vardı. Aynı ırktan olan insanların bu şekil savaşmasına anlam veremiyordu. En azından yüz kişi vardı köprü üstünde. Gözleri karardı, ve şiddetli bir şekilde bağırdı. "YETER". Sesindeki öfke, kin, nefret herkesin savaşı bir anlık bırakıp ne olduğuna bakmaya zorladı. Genç kadın köprünün ortasında havada süzülüyordu. Birden simsiyah saçları alev kırmızısı renge dönüşmeye başladı. Biraz daha yükseldiğinde ağzından birkaç kelime süzüldü. "Vas Kal Vas Flam". Kimse anlam verememişti çünkü büyünün sözlerini yanlış öylemişti. Ta ki birkaç saniye sonra yerin altında binlerce alev sütunu çıkana kadar. Herkes kaçışmaya başlamıştı fakat hiçbir yararı yoktu. Alev sütunları o kadar kuvvetliydi ki birkaç metre yanındakiler bile kemilerine kadar yanıyorlardı. Ve sonunda köprü bu alevlere dayanamadı, yıkıldı.
Büyüsü bittiği zaman Amux yavaşa yıkılan köprüden denize süzüldü. Kendisi bile şaşırmıştı bu denli güçlü bir büyüyü nasıl yaptıgına. Hala yanıyordu pekçok yer, fakat ona zarar vermiyor gibi idi. Ateşi kontrol edebildiğini anlamıştı. Hemen ateşin gücü ile alevden bir kuş yarattı, üstüne bindi ve uzaklara doğru uçtu.
İşte çocuklar o günden beri ne zaman iki kişi savaşsa, Amux etraftamı diye korka korka savşırlar. Bu hikayeyi nerdenmi biliyorum? Çünkü ben Amux! "Vas Kal Vas Flam"
Amesron - 08-12-2009 13:53 GMT -
Yazar: The Hound
Yazar: deepanti
Yazar: alhaton
Yazar: Deidara
Yarışmadan çekilmiştir
Yazar: MaliceDeltoro
Son güncelleme: Amesron tarafından 10-12-2009 20:52 GMT tarihinde, önce.
Yazar: The Hound
Hollow
Günün ağarmaya başlamasıyla tepelerin ardında Nessus'un kulelerini
görebiliyordum. At üzerinde iki gün ve gece geçirdikten sonra sonunda
şehre vardım. Büyücüler loncasına mensup bir ustanın ölümünü araştırmak üzere
gönderilmiştim.Büyücüler Loncası tüm krallıktaki en prestijli kurumlar
arasinda yer aliyordu ve bu güne kadar hiç bir Kralın Büyücüler Loncasının desteği olmaksızın tahta oturmadığı biliniyordu.
Böylesine önemli bir mevkide meydana gelen karışıklık Kralıda yakından ilgilendirmiş ve Amirlerime derhal olayı çözmek üzere bir savcının görevlendirilmesi emrini vermişti.
Archmage Ramon'un cesedi şişmiş bir halde nehirde yüzerken bulunmuştu. Yaptıgım ön incelemede geniş yuzeyli bir silah ile muhtemelen bir kısa kılıç veya balta ile açılmış yaralar tespit ettim. Olay hakkında soruşturma yapmak icin Büyücüler Loncasının yolunu tuttum.
Lonca üç Archmage yani Usta Valerio, Usta Athiesus ve Usta Ramon tarafindan yönetilmekteydi. Öncelikle Valerio ile konuştum.
Beni güleryüzle karşıladı ve burada olmamdan dolayı duyduğu memnuniyeti ifade etti.
"Onu nasıl yakalamayı düşünüyorsunuz? Emin olun bu pek kolay olmayacak." dedi.
Şaşırmıştım.
"Onun kim oldugunu biliyor gibi konuştunuz" dedim.
Bir süre yüzüme baktı sonra;
"Aslında evet, biliyorum ama bu bir sır deil bu çevredeki herkes bunu biliyor.."
"Benim de bilmemde bir sakinca yok umarim?"
"Hollow.." dedi. "Şeytani güce sahip bir iblis, bir yaratık diyebiliriz onun için. Yıllar önce onu büyü ile bağlamış fakat yok etmek bizim gücümüzü aştığı için toprağın yetmiş metre kadar altında taştan yapılma bir mezara hapsetmiştik. Ancak geçen hafta mezarın parçalandığını ve onun içerde olmadığını gördük bizlere karşı büyük
bir kin beslediğine şüphe yok ve ilk kurban olarak zavallı Ramon'u seçti..."
Akşam üstüne doğru Athiesus&u ziyaret ettim. Önce görüşmek istemedi ancak kralın
emriyle kendisini zorla konuşturma hakkımın bulunduğunu söyleyince kapıyı açtı
gözlerinden uzun zamandır uyumamış olduğu anlaşılıyordu.
"onun hakkında neler biliyorsunuz?" diye sordu. Bildiklerimi anlattim. Bir süre ikimizde
konuşmadik sonra;
"Artık bunu daha fazla saklamanin anlamı yok'
dedi devam etmesini söylediğimde gerçekten göründüğü gibi olmayan bir durumla karşı karşıya olduğumu anladım.
"Yıllar önce Güçlerimizi geliştirmek icin yaptığımız deneyler sırasında biz yarattık onu..Mükemmel bir katilin yeteneklerini verdik ona tüm silahları mükemmel bir şekilde kullanabilir kimseye görünmeden istediği yere girip çıkabilir dümdüz bir duvara rahatça tırmanır ve günlerce hiç yorulmadan savaşabilir. Vücuduna ait bir
parçayı koparsanız dahi kendini iyileştiricektir aldığı yaralar onu yavaşlatmaz insanları etkileyen hiç bir büyüden etkilenmez, korku yada acı duymaz ve asla vazgeçmez..Ancak bilincine tamamen biz hükmediyorduk. Onu düşünce gücüyle yönetebiliyor büyülü bir cam küre vasıtasıyla onun gözlerinden görüyorduk. İlk başta bizim için bir oyuncak gibiydi. Onu etrafta dolaştırıyor üzerinde deneyler yapıyorduk düşünce gücüyle kontrol yeteneklerimizi test etmek için kullanıyorduk onu taki o geceye kadar.. Krala baş kaldıran bir Lordun evine gittik Valerio sadece onları korkutacağımızı soylemişti fakat içeriye girdikten sonra bir anda o silahlarini çekti ve bir kaç saniye içinde içerdeki herkez kanlar içinde yere serilmişti. Onlar sadece çocuktular babaları olan Lordun varisleriydiler şoka girmiştik hemen onu laboratuara geri getirdik. Bir kaç gün sonrada Valerio Kral vekilinin bu kazadan dolayı bizleri bağışladığını ancak Hollow&u derhal yok etmemiz gerektiğini söyledi sonrada sizinde bildiğiniz yer altı mezarına gömdük onu, sanki böyle bir deney hiç yapılmamış gibi onunla ilgili herşeyi yokettik fakat tanrı yaptıklarımızı asla unutmadı ve şimdi kendi suç aletimizi bizi cezalandirması için gönderdi bizler ölümü hakettik ve o cezamızı uygulamak icin geri döndü.."
Ona teşekkür edip yanından ayrıldım kafamda düşünceler dönüp duruyordu
Akşam olmuştu ve karnımda acıkmıştı, kalmakta olduğum hana gittim. Akşam yemeği
olarak biraz kuru ekmekle peynir ve yaninda ısıtılmış şarap içtikten sonra
Şehir güvenliğine bağlı askerlerden tecrübeli iki tanesini yanıma alıp tekrar Athiesus&
un kulesine yöneldim eger katil onu ulaşmaya çalışacaksa geldiğinde onu bekliyor olmayı istiyordum Athiesus&un yaşadığı kuleye vardığımda kapının açık olduğunu gördüm bu hoşuma gitmemişti yanımdaki askerlere sessiz olmalarini işaret ettikten sonra merdivenleri tırmandım daha once onunla konuştuğumuz odanin kapısına ulaştığımda içeriden büyük bir gürültüyle birlikte pencere camlarının kırılma sesi duyuldu kapıyı açtım ve onu gördüm. Başlığı yüzünü yada yüzü olması gereken bölgeyi örten bir pelerin giyiyordu belinin iki yanında iki kısa kılıç asılıydı. Cesaretimi toplayıp sesimi titretmemeye çalışarak ;
"Kral adına seni tutukluyorum silahlarını bırak ve teslim ol!" dedim. Hareket etmedi. Ben ve iki Asker kılıçlarımızı çekmiştik. Ona doğru bir kaç adım atarak etrafını çevirmeye çalıştık. Arkasından yaklaşan asker kılıcını Hollowun başına doğru savurdu, fakat o inanılmaz bir hızla sol tarafındaki kısa kılıcı sağ eliyle çekerek askerin darbesini karşıladı çeliğin çelikle çarpışma sesi kale duvarlarında yankılandı ve insan üstü bir çabuklukla belinin arka tarafından bir hançer çıkararak askerin omzuna sapladi hancer omzunu delip arkadaki ahsap kapıya girmişti. Asker ,acıyla bağırarak hançeri çıkarmaya çalıştı ama yapamadı. Arkadaşının durumunu
gören diğer asker bir savaş cığlığı atarak Hollow un üstüne saldırdı Hollow ikiz
kılıç larını çekmiş bir halde onu karşıladı. Asker uzun kılıcının sivri ucunu
saplamak üzere hızla hamle yaptı. Kılıcın Hollowa deyip deymediğini tam olarak
söyleyemeyecegim o kadar ani yana çekildi ki sanki kaybolup yan tarafta
ortaya çıkmış gibi göründü son derece seri bir şekilde kendi silahlarından
biriyle askerin kılıcını boşa alıp diğeriyle balyoz gibi bir dabre indirdi
askerin uzun kılıcı kabzaya yakın bir yerden kesilmişti. Bir an kimse hareket etmedi
Kılıcın yanlızca sapi elinde kalan asker ve ben bir iki saniye kadar bir süre
durumu kavramaya çalıştık. Sonra takip edebileceğimizden daha çabuk bir
hareketle kendi etrafinda dönerek sağ elindeki kılıcın kabzasıyla askerin ensesine cok
sert, katı bir darbe indirdi asker hic bir ses çıkaramadan yere yığılmıştı.
hayatta olup olmadığını bilemiyordum.
Şu durumda sıranın bana geldiği belliydi duyduğum korkuyu kafamdan atmaya
çalışarak saldırdım. Boyle bir varlığa karşı savaşmak bir duvara karşı savaşmak gibiydi. Bütün vuruşlarımı daha çıkarken karşılıyor ama karşı atak yapmıyordu ki istese yapabileceğinden hiç kuşkum yoktu benimle oyun oynadığını düşünmek beni
daha da fazla kızdırıyordu hayatım pahasına savunmayi bir kenara bırakıp
tüm gücümle saldırdım karşımda geri çekilerek darbelerimi karşılamaya
devam etti ,ayakta zor durur bir hale gelmem uzun sürmedi ve geldigini dahi
görmediğim bir tekme ile yüz üstü yere yuvarlandım. Kılıcım elimden fırlayıp gitmişti.
Kalkmak için ümitsizce debelendiğimde ise soğuk çeliği boğazımda hissettim.
Darbenin gelmesini bekledim ama gelmedi birkac saniye sonra ne oldugunu
anlamak icin kafami kaldırdığımda ise o gitmişti...
Önce kapıya takılı kalan askeri kurtardım biraz kan kaybetmişti ama yaşayacaktı
sonra birlikte yerde yatan arkadaşını kaldırdık ensesindeki irice şişliğin haricinde birseyi yoktu..Askerlerden ayrildiktan sonra olanları düşündüm bu hikayede ters olan birşeyler vardı. Hollow denen yaratık bizi öldürmemişti ayrıca yaptığı hareketler sadece öldürmek için etrafta dolanan bir canavardan çok durum muhakemesi yapan bir amaç doğrultusunda hareket eden birine benzemesi de işleri iyice karmaşık bir hale getiriyordu. Sonuç olarak Athiesus ölmüştü ve yaratık hala serbestti.
Bu düşüncelerle Valerion&un yanına gittim. Beni gördüğünde yüzündeki ilk
ifade hayalet görmüs gibi idi. Athiesusla aramizda geçenleri ve sonrasında yaratıkla yaptığımız mücadeleyi ve nasıl kurtulduğumuzu anlattım, ve ardından Athiesus&un anlattığı olayda çocukların ölümünün bir kaza olmadığını düşündüğümü ama tam olarak bilmeceyi çözemediğimi soyledim. Bir süre sessiz kalmasından bir sey söylemeye hazırlandığını sandım fakat hazırlamakta olduğu büyüyü farkettiğimde çok geçti..
Bir anda oldugum yerde hareketsiz kala kaldım göz kapaklarımı bile oynatamıyordum.
Beni gafil avlamıştı. Bu kez beni öldürecek olan büyüyü yapmak için
ellerini havaya kaldırıp sihirli kelimeleri söylemeye başlamıştı ki Hollow yanında belirdi. İkiz kılıçlar şimşek gibi çaktı ve büyücünün cansız bedeni yere düştü onun ölmesiyle bende büyünün etkisinden kurtulup olduğum yere yığıldım. Kafam tamamen karışmıştı hiç bir şey düşünemiyordum.
"Beni neden öldürmüyorsun?" diye sordum o anda aklıma gelen tek soru buydu.
"Ben bir katil degilim" dedi yaratik
"Masum küçük insanlar kılıcımla öldüler ama irademle degil..."
"Büyücülerin seni kullandığını anlıyorum amacın onlardan intikam almakmıydı?"
bir süre cevap vermedi sonra;
"Sadece hakettikleri cezayı almalarını istedim."
"Nasıl olacaktı bu?"
"Suçlarını itiraf etmelerini istedim."
"??....."
"Çocukların katledilmesini Valerio planladı sadece para için yaptı
bazılarının menfaatlerine ters hareket eden bir babanın masum çocuklarıydılar sadece
ve bu yüzden öldüler.
"Valerio bunun bir kaza olduğuna onları nasıl inandırdı?"
"Valerio nun üzerimde tam kontrol sağlayabilmesi için diğerlerinin gücüne ihtiyaci
vardı bu yüzden onları kullandı. Hareketlerimi sadece o yönlendiriyordu diğerlerinin
bir etkisi yoktu ama onlar bunu bilmiyorlardı benim meydana getirilişim sırasında
Valerionun yaptigi bir hile idi bu."
"O zaman diger büyücüler masumdular peki onlari neden öldürdün?"
"Ramonu Valerionun adamlari öldürdü sanirim bir sekilde Beni Valerionun
yönlendirdiğini ve çocukların ölümünden onun sorumlu olduğunu öğrenmişti"
"ya Athiesus?"
"Athiesusa kanuna teslim olmasini istemek için gittim ama beni görünce
korkuya kapılıp ayağı tökezledi ve camdan aşağı düştü. Tam o anda sen
ve adamların geldiniz o vaziyette beni dinlemiyeceğinizi biliyordum ama
hiç birinizi öldürmedim veya kalıcı bir zarar vermedim."
gerçekten şoktaydım. Hollow devam etti;
"Valerioyu da öldürme niyetiyle gelmedim buraya ölümü defalarca kere haketmiş olmasına rağmen tek amacım adil bir mahkeme ile cezasının verilmesi idi..."
"Ama yapmasaydın sanırım ben ölmüş olacaktım.."
Ona tesekkur etmek istedim fakat tahmin ediceğiniz gibi arkamı döndüğümde orada deildi onu bir daha hiç görmedim. Ancak son olarak şunu söylemeliyimki zannedersem Karanlık ormandaki siyah pelerinli bir gezgin ile ilgili hikayeler o tarihten
sonra anlatılmaya başlanmıştır..
Ve derlerki bu kişi ormanda zaman zaman yanlız dolaşan gençleri izler hatta onlara eşlik edip kollarmış..."
Günün ağarmaya başlamasıyla tepelerin ardında Nessus'un kulelerini
görebiliyordum. At üzerinde iki gün ve gece geçirdikten sonra sonunda
şehre vardım. Büyücüler loncasına mensup bir ustanın ölümünü araştırmak üzere
gönderilmiştim.Büyücüler Loncası tüm krallıktaki en prestijli kurumlar
arasinda yer aliyordu ve bu güne kadar hiç bir Kralın Büyücüler Loncasının desteği olmaksızın tahta oturmadığı biliniyordu.
Böylesine önemli bir mevkide meydana gelen karışıklık Kralıda yakından ilgilendirmiş ve Amirlerime derhal olayı çözmek üzere bir savcının görevlendirilmesi emrini vermişti.
Archmage Ramon'un cesedi şişmiş bir halde nehirde yüzerken bulunmuştu. Yaptıgım ön incelemede geniş yuzeyli bir silah ile muhtemelen bir kısa kılıç veya balta ile açılmış yaralar tespit ettim. Olay hakkında soruşturma yapmak icin Büyücüler Loncasının yolunu tuttum.
Lonca üç Archmage yani Usta Valerio, Usta Athiesus ve Usta Ramon tarafindan yönetilmekteydi. Öncelikle Valerio ile konuştum.
Beni güleryüzle karşıladı ve burada olmamdan dolayı duyduğu memnuniyeti ifade etti.
"Onu nasıl yakalamayı düşünüyorsunuz? Emin olun bu pek kolay olmayacak." dedi.
Şaşırmıştım.
"Onun kim oldugunu biliyor gibi konuştunuz" dedim.
Bir süre yüzüme baktı sonra;
"Aslında evet, biliyorum ama bu bir sır deil bu çevredeki herkes bunu biliyor.."
"Benim de bilmemde bir sakinca yok umarim?"
"Hollow.." dedi. "Şeytani güce sahip bir iblis, bir yaratık diyebiliriz onun için. Yıllar önce onu büyü ile bağlamış fakat yok etmek bizim gücümüzü aştığı için toprağın yetmiş metre kadar altında taştan yapılma bir mezara hapsetmiştik. Ancak geçen hafta mezarın parçalandığını ve onun içerde olmadığını gördük bizlere karşı büyük
bir kin beslediğine şüphe yok ve ilk kurban olarak zavallı Ramon'u seçti..."
Akşam üstüne doğru Athiesus&u ziyaret ettim. Önce görüşmek istemedi ancak kralın
emriyle kendisini zorla konuşturma hakkımın bulunduğunu söyleyince kapıyı açtı
gözlerinden uzun zamandır uyumamış olduğu anlaşılıyordu.
"onun hakkında neler biliyorsunuz?" diye sordu. Bildiklerimi anlattim. Bir süre ikimizde
konuşmadik sonra;
"Artık bunu daha fazla saklamanin anlamı yok'
dedi devam etmesini söylediğimde gerçekten göründüğü gibi olmayan bir durumla karşı karşıya olduğumu anladım.
"Yıllar önce Güçlerimizi geliştirmek icin yaptığımız deneyler sırasında biz yarattık onu..Mükemmel bir katilin yeteneklerini verdik ona tüm silahları mükemmel bir şekilde kullanabilir kimseye görünmeden istediği yere girip çıkabilir dümdüz bir duvara rahatça tırmanır ve günlerce hiç yorulmadan savaşabilir. Vücuduna ait bir
parçayı koparsanız dahi kendini iyileştiricektir aldığı yaralar onu yavaşlatmaz insanları etkileyen hiç bir büyüden etkilenmez, korku yada acı duymaz ve asla vazgeçmez..Ancak bilincine tamamen biz hükmediyorduk. Onu düşünce gücüyle yönetebiliyor büyülü bir cam küre vasıtasıyla onun gözlerinden görüyorduk. İlk başta bizim için bir oyuncak gibiydi. Onu etrafta dolaştırıyor üzerinde deneyler yapıyorduk düşünce gücüyle kontrol yeteneklerimizi test etmek için kullanıyorduk onu taki o geceye kadar.. Krala baş kaldıran bir Lordun evine gittik Valerio sadece onları korkutacağımızı soylemişti fakat içeriye girdikten sonra bir anda o silahlarini çekti ve bir kaç saniye içinde içerdeki herkez kanlar içinde yere serilmişti. Onlar sadece çocuktular babaları olan Lordun varisleriydiler şoka girmiştik hemen onu laboratuara geri getirdik. Bir kaç gün sonrada Valerio Kral vekilinin bu kazadan dolayı bizleri bağışladığını ancak Hollow&u derhal yok etmemiz gerektiğini söyledi sonrada sizinde bildiğiniz yer altı mezarına gömdük onu, sanki böyle bir deney hiç yapılmamış gibi onunla ilgili herşeyi yokettik fakat tanrı yaptıklarımızı asla unutmadı ve şimdi kendi suç aletimizi bizi cezalandirması için gönderdi bizler ölümü hakettik ve o cezamızı uygulamak icin geri döndü.."
Ona teşekkür edip yanından ayrıldım kafamda düşünceler dönüp duruyordu
Akşam olmuştu ve karnımda acıkmıştı, kalmakta olduğum hana gittim. Akşam yemeği
olarak biraz kuru ekmekle peynir ve yaninda ısıtılmış şarap içtikten sonra
Şehir güvenliğine bağlı askerlerden tecrübeli iki tanesini yanıma alıp tekrar Athiesus&
un kulesine yöneldim eger katil onu ulaşmaya çalışacaksa geldiğinde onu bekliyor olmayı istiyordum Athiesus&un yaşadığı kuleye vardığımda kapının açık olduğunu gördüm bu hoşuma gitmemişti yanımdaki askerlere sessiz olmalarini işaret ettikten sonra merdivenleri tırmandım daha once onunla konuştuğumuz odanin kapısına ulaştığımda içeriden büyük bir gürültüyle birlikte pencere camlarının kırılma sesi duyuldu kapıyı açtım ve onu gördüm. Başlığı yüzünü yada yüzü olması gereken bölgeyi örten bir pelerin giyiyordu belinin iki yanında iki kısa kılıç asılıydı. Cesaretimi toplayıp sesimi titretmemeye çalışarak ;
"Kral adına seni tutukluyorum silahlarını bırak ve teslim ol!" dedim. Hareket etmedi. Ben ve iki Asker kılıçlarımızı çekmiştik. Ona doğru bir kaç adım atarak etrafını çevirmeye çalıştık. Arkasından yaklaşan asker kılıcını Hollowun başına doğru savurdu, fakat o inanılmaz bir hızla sol tarafındaki kısa kılıcı sağ eliyle çekerek askerin darbesini karşıladı çeliğin çelikle çarpışma sesi kale duvarlarında yankılandı ve insan üstü bir çabuklukla belinin arka tarafından bir hançer çıkararak askerin omzuna sapladi hancer omzunu delip arkadaki ahsap kapıya girmişti. Asker ,acıyla bağırarak hançeri çıkarmaya çalıştı ama yapamadı. Arkadaşının durumunu
gören diğer asker bir savaş cığlığı atarak Hollow un üstüne saldırdı Hollow ikiz
kılıç larını çekmiş bir halde onu karşıladı. Asker uzun kılıcının sivri ucunu
saplamak üzere hızla hamle yaptı. Kılıcın Hollowa deyip deymediğini tam olarak
söyleyemeyecegim o kadar ani yana çekildi ki sanki kaybolup yan tarafta
ortaya çıkmış gibi göründü son derece seri bir şekilde kendi silahlarından
biriyle askerin kılıcını boşa alıp diğeriyle balyoz gibi bir dabre indirdi
askerin uzun kılıcı kabzaya yakın bir yerden kesilmişti. Bir an kimse hareket etmedi
Kılıcın yanlızca sapi elinde kalan asker ve ben bir iki saniye kadar bir süre
durumu kavramaya çalıştık. Sonra takip edebileceğimizden daha çabuk bir
hareketle kendi etrafinda dönerek sağ elindeki kılıcın kabzasıyla askerin ensesine cok
sert, katı bir darbe indirdi asker hic bir ses çıkaramadan yere yığılmıştı.
hayatta olup olmadığını bilemiyordum.
Şu durumda sıranın bana geldiği belliydi duyduğum korkuyu kafamdan atmaya
çalışarak saldırdım. Boyle bir varlığa karşı savaşmak bir duvara karşı savaşmak gibiydi. Bütün vuruşlarımı daha çıkarken karşılıyor ama karşı atak yapmıyordu ki istese yapabileceğinden hiç kuşkum yoktu benimle oyun oynadığını düşünmek beni
daha da fazla kızdırıyordu hayatım pahasına savunmayi bir kenara bırakıp
tüm gücümle saldırdım karşımda geri çekilerek darbelerimi karşılamaya
devam etti ,ayakta zor durur bir hale gelmem uzun sürmedi ve geldigini dahi
görmediğim bir tekme ile yüz üstü yere yuvarlandım. Kılıcım elimden fırlayıp gitmişti.
Kalkmak için ümitsizce debelendiğimde ise soğuk çeliği boğazımda hissettim.
Darbenin gelmesini bekledim ama gelmedi birkac saniye sonra ne oldugunu
anlamak icin kafami kaldırdığımda ise o gitmişti...
Önce kapıya takılı kalan askeri kurtardım biraz kan kaybetmişti ama yaşayacaktı
sonra birlikte yerde yatan arkadaşını kaldırdık ensesindeki irice şişliğin haricinde birseyi yoktu..Askerlerden ayrildiktan sonra olanları düşündüm bu hikayede ters olan birşeyler vardı. Hollow denen yaratık bizi öldürmemişti ayrıca yaptığı hareketler sadece öldürmek için etrafta dolanan bir canavardan çok durum muhakemesi yapan bir amaç doğrultusunda hareket eden birine benzemesi de işleri iyice karmaşık bir hale getiriyordu. Sonuç olarak Athiesus ölmüştü ve yaratık hala serbestti.
Bu düşüncelerle Valerion&un yanına gittim. Beni gördüğünde yüzündeki ilk
ifade hayalet görmüs gibi idi. Athiesusla aramizda geçenleri ve sonrasında yaratıkla yaptığımız mücadeleyi ve nasıl kurtulduğumuzu anlattım, ve ardından Athiesus&un anlattığı olayda çocukların ölümünün bir kaza olmadığını düşündüğümü ama tam olarak bilmeceyi çözemediğimi soyledim. Bir süre sessiz kalmasından bir sey söylemeye hazırlandığını sandım fakat hazırlamakta olduğu büyüyü farkettiğimde çok geçti..
Bir anda oldugum yerde hareketsiz kala kaldım göz kapaklarımı bile oynatamıyordum.
Beni gafil avlamıştı. Bu kez beni öldürecek olan büyüyü yapmak için
ellerini havaya kaldırıp sihirli kelimeleri söylemeye başlamıştı ki Hollow yanında belirdi. İkiz kılıçlar şimşek gibi çaktı ve büyücünün cansız bedeni yere düştü onun ölmesiyle bende büyünün etkisinden kurtulup olduğum yere yığıldım. Kafam tamamen karışmıştı hiç bir şey düşünemiyordum.
"Beni neden öldürmüyorsun?" diye sordum o anda aklıma gelen tek soru buydu.
"Ben bir katil degilim" dedi yaratik
"Masum küçük insanlar kılıcımla öldüler ama irademle degil..."
"Büyücülerin seni kullandığını anlıyorum amacın onlardan intikam almakmıydı?"
bir süre cevap vermedi sonra;
"Sadece hakettikleri cezayı almalarını istedim."
"Nasıl olacaktı bu?"
"Suçlarını itiraf etmelerini istedim."
"??....."
"Çocukların katledilmesini Valerio planladı sadece para için yaptı
bazılarının menfaatlerine ters hareket eden bir babanın masum çocuklarıydılar sadece
ve bu yüzden öldüler.
"Valerio bunun bir kaza olduğuna onları nasıl inandırdı?"
"Valerio nun üzerimde tam kontrol sağlayabilmesi için diğerlerinin gücüne ihtiyaci
vardı bu yüzden onları kullandı. Hareketlerimi sadece o yönlendiriyordu diğerlerinin
bir etkisi yoktu ama onlar bunu bilmiyorlardı benim meydana getirilişim sırasında
Valerionun yaptigi bir hile idi bu."
"O zaman diger büyücüler masumdular peki onlari neden öldürdün?"
"Ramonu Valerionun adamlari öldürdü sanirim bir sekilde Beni Valerionun
yönlendirdiğini ve çocukların ölümünden onun sorumlu olduğunu öğrenmişti"
"ya Athiesus?"
"Athiesusa kanuna teslim olmasini istemek için gittim ama beni görünce
korkuya kapılıp ayağı tökezledi ve camdan aşağı düştü. Tam o anda sen
ve adamların geldiniz o vaziyette beni dinlemiyeceğinizi biliyordum ama
hiç birinizi öldürmedim veya kalıcı bir zarar vermedim."
gerçekten şoktaydım. Hollow devam etti;
"Valerioyu da öldürme niyetiyle gelmedim buraya ölümü defalarca kere haketmiş olmasına rağmen tek amacım adil bir mahkeme ile cezasının verilmesi idi..."
"Ama yapmasaydın sanırım ben ölmüş olacaktım.."
Ona tesekkur etmek istedim fakat tahmin ediceğiniz gibi arkamı döndüğümde orada deildi onu bir daha hiç görmedim. Ancak son olarak şunu söylemeliyimki zannedersem Karanlık ormandaki siyah pelerinli bir gezgin ile ilgili hikayeler o tarihten
sonra anlatılmaya başlanmıştır..
Ve derlerki bu kişi ormanda zaman zaman yanlız dolaşan gençleri izler hatta onlara eşlik edip kollarmış..."
Yazar: deepanti
Bir Gün Eski Zamanlarda Chuck Adlı Bir Genç Varmış.Maceracı Genç Gezmeyi Seven Bir Genç.Sevgilisi Olan Demmy&i Arıyor.Wrong Fire İsland Günler Geçmiş Aylar Bitmiş Hala Bulunamamıştı.Bir Gün Haber Alan Chuck,Aramaya Yine Başladı Sevgilisi Demmy .Demmy Günlerdir Bağırıp Chuck'nin Bulmasını Sağlamaya Çalısıyor.Bir Gün Destard&da İken Bir Çığlık Sesi Duyar.Bu Çığlık Sesine Kulak Veren Chuck Tam Kurtaracakken Önüne Trompy Adlı Dragon Cıkıverir Ve Şöyle Der ; Eğer Sevgilini Kurtaracaksan Ya 500000 k Vericeksin, Yada Benle Kapışıcaksın !.Bunun Üzerine Para Aramaya Başlayan Chuck Bu Parayı Bulamayacağını Bile Bile Arar Devam Eder.Zaman Dolur Ve Dragon Yanına Çağırır.Parayı Bulamadığı İçin Kapışmak Zorunda Kalır.
Chuck'un Aradığı Yerler !
Ve Destard
Kapışma Başladığı An
Ve Kapışma Cok Ateşlendi ! Chuck Ve Trompy Kapışmadalar.
Evet Çok Büyük Bir Atak Geliyor Büyük Bir Alev Topu VE Üstüne Saldırıyor.Chuck Cok Yara Aldı !
Evet Trompy&den Bir Atak Daha Görünmez Oluyor Ve Bir Alev Topu Daha !
Chuck Kendine Geliyor Ve Bir Carp Or Saldırısı !
Ve Bir Por Ort Grav Geliyor !
Ve Bir Ok Kalbine Saplıyor Chuck Trompy'e
Ve Son Bir Atak Artık Hareket Edemiyor Trompy ! Ve Özel Büyüsü Toplu Kalvası Kullanarak Bitiriyor İşi !
Ve Yığılır Yere..Ganimetleride Toplar Chuck ! Ve Sevgilisi Olan Demmy'de !
Sevgilisinide Kurtarma Sahnesi
Ve Hikayemiz Burada Biter !
Chuck'un Aradığı Yerler !
Ve Destard
Kapışma Başladığı An
Ve Kapışma Cok Ateşlendi ! Chuck Ve Trompy Kapışmadalar.
Evet Çok Büyük Bir Atak Geliyor Büyük Bir Alev Topu VE Üstüne Saldırıyor.Chuck Cok Yara Aldı !
Evet Trompy&den Bir Atak Daha Görünmez Oluyor Ve Bir Alev Topu Daha !
Chuck Kendine Geliyor Ve Bir Carp Or Saldırısı !
Ve Bir Por Ort Grav Geliyor !
Ve Bir Ok Kalbine Saplıyor Chuck Trompy'e
Ve Son Bir Atak Artık Hareket Edemiyor Trompy ! Ve Özel Büyüsü Toplu Kalvası Kullanarak Bitiriyor İşi !
Ve Yığılır Yere..Ganimetleride Toplar Chuck ! Ve Sevgilisi Olan Demmy'de !
Sevgilisinide Kurtarma Sahnesi
Ve Hikayemiz Burada Biter !
Yazar: alhaton
Eski Korsan Throth
Balıkçı Throth Alaca karanlıkta Okyanus'un dalgalarını âdeta ahenkle dans ettiren o hırçın rüzgarın esintisi ile gece kadar siyah kıvırcık saçları şapkasının altında dalgalanıyordu. Uzun boylu, iri yapılı korsan sitili uzun bir palto giymiş, kafasında uzun tüylü şapkası olan bir balıkçı. Korsanlar arasında da saygınlığını kanıtlamış, zamanın en gaddar ve en korkusuz korsanı Anzo'nun mürettebatı'nın kaptanlığını uzun yıllar boyunca yapmıştır.
Britain'nin aşağısında altın renkli kumlarla bezenmiş olan denizin o eşsiz sahilinde denizin nemli havasından cürümeye yüz tutmuş ufak ama sıcak barakasında, herzamanki gibi geceden açıldığı sulardan sabahın o esen meltemi ile birlikte dönen yaşlı balıkçı " Bu Deniz Ana benimle hırçın rüzgar, bütün balıklar sanki ağıma yakalanmak için can atıyor. Sende şu yelkenlerimi dalgalandırda bir an önce taze balıkalrımı satıyım..." geceden avladığı balıkları öğleden sonra Britain'de satmak için can atıyordu. Britain'de balıklarının bir kısmını satan Throth Yanına usulca yaklaşan bir gölgenin belirdiğini farkeder.
- Throth...
- Endişeli bir ses tonu ile " Kim Var Orda!"
- Sana Anzodan bir haber getirdim.
- Sende Kimsin. Işığa yaklaşta yüzünü göreyim.
Siyahlara bürünmüş bir hayalet gibi bembeyaz derisi dövmeyle kaplıydı, kara cübbesi geniş ve tuhaf bir şekilde yüzünün görünmesini engelliyordu.
- * Saygıyla eğilip reverans'ını yapar * Bana Bay Takip derler, Ben Anzo'nun elçisiyim.
- O yaşlı budala jack'e ne oldu.
- Bundan bir yıl önce Delucia civarında ölü bulundu hala bunu kimin yaptığını kimse bilmiyor.
- "Hımm" O iyi bir korsandı. Deniz Ana diğer tarafta onun ruhuna yol göstersin.
- Başını önüne eğerek göz ucu ile baktığı balıkçıya " Buraya Anzo'nun bir teklifini iletmek için geldim.
- O yaşlı Kurt benden ne isteyebilir ki.
- Sana geri çeviremiyeceğin bir teklifi var, * Cübbesinin içinde karanlıkta olan yüzü sinsi bir tebesüm ile hareketlendi*
- Uzun yıllar boyunca Anzo'ya hizmet ettim ve artık korsan değilim sadece gördüğün gibi bir balıkçıyım.
Throth tam arkasını dönüp gitme başlamıştı ki, Siyah cübbesinin içinde hayalete benzeyen Takip...
- Teklifini merak etmiyormusun Throth !! Dünyalar güzeli karını kimin öldürdüğünü bilmek istemiyormusun...
Throt kınından çıkardığı bıcağını bir anda Elçinin boğazına dayadı. " Söyle Ne Biliyorsun. Söyle dedim sana, Söyle!!". Beni öldürürsen bunu hiçbir zaman öğrenemezsin Throth.
- Dünyalar güzeli Angelicamı kim öldürdü...* Gözünden bir damla yaş ay ışığında parlayarak bıçağının üstüne düştü*
- Eğer bıçağını boğazımdan çekip bir az sakinleşirsen Anzo'nun teklifini söylicem.
- Tamam Kahrolası söyle neymiş teklifi.
- Delucia civarında bir gurup korsan geçenlerde bir parşömen bulmuşlar, bu parşömende Taranis'in saklı hazinesinin yeri çiziliymiş. Bu haritayı en büyük korsanlardan Kara sakalın çizdiği söyleniyor.
- "Hımm" Peki emrinde binlerce adamı varken bu görev için neden beni seçti ?
- Karını öldürenlerden biride bu parşömeni bulan korsanların lideriyim diyen bir korsan.
- Kimbu korsan adı ne?
- Kendine Pikas diyor.
- Nerde bulurum bu Pikası Söyle!
- Teklifi Kabul ediyormusun, Etmiyormusun?
- Ediyorum ama bir şartla Karımı öldürenleri bulmamda bana yardımedeceksin, hazine umrumda değil hepsi sizin olsun.
- O halde iki gün sonra Ocllo limanıda ol, yanına yolculukta kullanıcağın eşyalarınıda almayı unutma uzun bir yolculuk olucak.
Bay Takip gecenin karanlığında bir gölge gibi usulca kayboldu. Throth Britain şehrinin tavernasının kapısını yavaş açtı ve içeriye bir göz attıktan sonra kalabalıkta yürüyeceği yolu belirledi ve bir masaya oturdu. İçerden bir adam; Hancı Bu gece bütün içkiler benden diye seslendi. Tavernadaki sessizlik bir anda gülüşmelerle bozuldu.
- Hancı: Hoşgeldin Throth...
- Hancı Sepetimdeki Balıkları al
- Hancı: Bugün avın iyi geçti sanırım
- Deniz Ana bugün benim arkamdaydı, Sankı bütün balıklar Ağıma takılmak için can atıyor gibiydi.
- Hancı: Hadi bir içki al kendine bugün içkiler Barda Oturan adamdan.
- Hımm, Ozaman Balıklarıda pişirde yemeklerde benden olsun hancı, Bereketli geçen avımın şerefine.
- Hancı: Büyük Anamızın şerefine.
Hancı balıklarıda alıp barına dönerken tavernadaki güzel kızlar Throth'a bakıyorlar ve aralarında fısıldaşıyorlardı, içlerinden biri Throth'un masasına yaklaştı;
- "Yakışıklı balıkçı masanıza oturabilirmiyim"
- Hiç havamda değilim Meyla bu akşam olmaz.
- Ne oldu Hayalet görmüş gibisin
- Onun gibi birşey, az önce çok eskilerden yanında çalıştığım adam bana bir teklifte bulundu.
- Sen herzaman balıkçı değilmiydin, bir balıkçı kimin emrinde çalışabilir ki ?
- Hayır ben herzaman bir balıkçı değildim güzel Meyla... Ben bir korsandım Sosaria üzerindeki her yeri gezdim ve gittiğim her yerde arkamda bir hüzün bıraktım. Ben nereye elimi atsam orada bir hüzün bırakıyorum bu benim lanetim.
- Meyla çok şaşırır " Peki neden bunu bana daha önce söylemedin!"
- Söylemedim çünkü bunu son zamanlarda kendime bile söyleyemiyordum taki bu geceye kadar.
- Peki neden korsanlıktan vazgeçtin...
- Bundan yıllar önce ben korsanken her gün sosariada başka bir limanı yağmalardık bir gün Moonglow şehrindeki limanı mürettebatım ile birlikte yağmalamaya gittiğimizde bütün Moonglow limanını alt üst ettik neredeyse ordaki herseyi yağmaladık ve mürettebatımdaki hasta insanlar için bende şifa iksirleri yapan bir dükkana girdim. Dükkandaki adam arkası dönük bir şekilde;
- Hoşgeldin yabancı ! Sana nasıl yardımcı olabilirim !
- Ne kadar şifa iksirin varsa hepsini bir sandığın içine doldur...
- * Hızla arkasını dönen adam* ben hazırda şifa iksiri bulundurmam genç adam,
- Bana Yalan söyleme Yaşlı adam!
- Şifa iksirleri çabuk bozulduğu için ihtiyaç duyulduğu anda yaparım.
Tam bu sırada içerden yaşlı adamın kızı yarıya kadar çekilmiş perdenin arkasından " Baba Kim Geldi" diyerek çıktı. O anda gözlerimde parıltılı bir ışık belirdi ve içeri o girdi.
- O kim Throth ?
- Sabırlı olursan anlatıcam güzel Meylam...
Altın rengi kumlardan bile daha sarı teninin üstünde uzun bir büyücü cübbesi ve kafasında büyük bir kukuletası olan genç kız içeri girdiği anda, genç korsanı ilk görüşünde ürker ve;
- Baba bu adamda kim?
- Genç korsan; Ben sosariada ki en gözükara korsan Throth * genç kızın Önünde kafası ile ufak bir reverans yapar*
- Genç kız korkusuz bir şekilde memnun oldum genç korsan Throth... * Genç kız aynı nezaketle eğilerek reveransını yapar*
- Yaşlı adam " Aradığın şey burda yok genç korsan"
- Yanılıyorsun Yaşlı Adam ben aradığımı buldum...
- Yaşlı adam "Hayır buna asla izin vermem, kızımı benden alamazsın"
Bir hamle ile kızı belinden yakalayan Throth omzuna attı kızı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Tam bu sırada yaşlı adamın bir büyü yapmaya çalıştığını anlayan Throth kılıcını kınından çekip adamın tam kalbine sapladı.
- Meyla " Ee sonra ne oldu Throth adam öldümü"
- Evet genç kızın babası öldü bunu gören kız çok tiz bir sesle çığlık attı ve ağlamaya başladı.
Throth genç kızı gemisindeki özel kamarasına ***
ürdü genç kız babasının ölümü ile adeta yıkılmıştı ağlamaktan ve bağırmaktan yorgun düşen genç kız Throth'un yatagında sızdı, Uyandığında bulunduğu odaya şöyle bir göz gezdirdi oda sadece tel bir mum ışığı ıle aydınlanıyordu. ayağa kalkmaya çalışırken kamaranın en karanlık köşesinde bir koltukta oturan Throth'u gördü.
- Throth "Uyandın demek"
- Nezamandan beri uyuyorum,
- Neredeyse bir gündür uyuyorsun.
- Neredeyim ben.
- Benim nacizane ufak gemimin kaptan Kamarasındasın.
- Ya Babam, babam nerde.
- O öldü.
- Neden, Neden öldürdün onu... Kahrolası adam.
- Ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti, korsanlığa başladığımda ilk öğrendiğim şey " Asla kımsenin seni öldürmesine izinverme" olmuştu.
- Bu geçerli bir nedenmi sence.
- Benim açımdan evet.
- Peki neden benide öldürmedin,
- Sen hem çok güzelsin, hemde benim bir şifacıya ihtiyacım vardı. Yaşlı babanı alamazdım.
- Benim sana yardım edeceğimi nerden çıkardın babamın katiline neden yardımedeyimki.
- Orda bana bakışlarını gördüm, benimde sana nasıl baktığımı gördün,
- Bu bir neden değil.
- Evet değil ama sanki seni orda ilk gördüğümde Yıldırım Tanrılarının beynime yıldırımlarını fırlattığını hissettim. Seninle benim aramda bir bağ var, sanki seni yıllardır tanıyormuş gibi hissettim o anda. Bunları sende hissettin yalan söyleme.
- Angelica!
- Ne?
- Adım Angelica...
- Angelica Hımm... Çok güzel bir isimin var.
- Babam annemin ismini vermiş, o çok güzel bir kadınmış benimde onun kadar güzel olmamı istemiş.
Meyla bir anda " Yoksa bu o mu?"
- Evet güzel Meylam, Angelica benim karımdı.
- Ona ne oldu peki.
- Britain'nin aşağısında ufak bir kulübemiz vardı.
- Senin kıyıya yakın olan kulübenmi.
- Evet O, birgün Dünyalar güzeli Angelicam, gece alacakaranlıkta yıldızları yattığımız yerden izlerken;
- Throth sana güzel bir haberim var,
- Seni dinliyorum Apocalyptom,
- Sanırım baba oluyorsun...
- Aman Tanrım İnanmıyorum, Bu duyduklarım doğrumu Güzel Apocalyptom.
- Evet hayatım doğru küçük Throth sana baba dicek.
- Deniz Ana aşkına, Şükürler olsun.
O anda artık hayatımı bir düzene sokmama gerektiğini anladım ve sonkez Anzo'nun verdiği göreve gidip geri döndüğümde bırakıcağımı söyledim. Ertesi gün Anzonun yanına gittim.
- Throth kadim dostum bugün nasılsın,
- Sağol Anzo, Seninle birşey konuşmam lazım.
- Seni dinliyorum kadim dostum.
- Biliyorsun Anzo uzun yıllar boyunca senin yanında mürettebatına kaptanlık yaptım
- Evet Throth sen benim en güvendiğim adamsın dostumsun.
- Bugün çok güzel bir haber aldım, Karım hamile ve ben baba olucam,
- Kutlarım seni Throth, demek baba oluyorsun
- Evet Anzo Çok heycanlıyım, Hiç böyle bir heyecan hissetmemiştim ve bugün çok düşündüm baba olursam korsanlığı bırakmam gerekicek.
- Bunu Duyduğuma üzüldüm Halbuki yarın için sana bir görev vericektim, bu görevi senden başkasına veremem Throth en güvendiğim insan sensin.
- Tamm bu görevi kabul ediyorum ancak bir şartla,
- Söyle Throth Şartın neymiş
- Bu görevden sonra korsanlığı bırakıcam ve Güzel Angelicam ile huzurlu bir hayat geçirmek istiyorum.
- Tamam Throth Kabul ediyorum, Bu görevden sonra özgürsün.
- Sağol Anzo beni anlıcağını biliyordum.
- Ancak sana bu görevde Jack yardımedecek.
- Elçin Olan Yaşlı Jack mi?
- Evet
- Neden onun bu görevle ne ilgisi var,
- Rotanız üzerinde bir adaya uğramanız gerekicek. Jack orda benim istediğim bir seyi arıcak, zaten göreviniz bu Throth...
- Anlaşıldı Patron.
Throth evine döndüğünde güzel Angelica onu Kapıda karşılar.
- Konuştunmu,
- Evet konuştum, son bir göreve daha gitmem lazım ondan sonra özgürüm bebeğim.
- Peki nekadar sürcek bu görev.
- Bilmiyorum güzel Angelicam, belki birkaç hafta belkide bir kaç ay.
- Nekadar.
- En az 4 ay sürebilir. Ben yokken kendine çok dikkat et sana göz kulak olması için mürettebatımdan güvendiğim birini bırakıcam hemen yukarıda konaklaya bileceği bir kulube var ihtıyacın olduğunda seslenebileceğin kadar yakın.
- Nezaman gidiceksin.
- Gece yarısı yola çıkıcaz.
- Dikkatli ol.
- Seni Seviyorum Dünyalar güzeli Angelicam.
- Bende seni seviyorum tatlım.
Throth göreve gideli neredeyse 5 ay olmuştu ve Angelicayı çok merak ediyordu, bebek doğmuşmuydu acaba kızmı olmuştu erkekmi, bunları düşündükçe çıldırcak gibi olan Throth görevi yarıda kesip geri dönmek istedi. jack önce buna karşı çıktı Throth'un ısrarlarından sonra kabul etti ve geri döndüler. Throth eve geri döndüğünde Dünyalar güzeli Angelicanın Kanlar içinde yatan bedenini görünce deliye döndü ama artık onun için yapabileceği bir sey yoktu. O ölmüştü. Artık Throth için bu dünyanın bir anlamı kalmamıştı ama o gece güzel Angelicaya bunu yapanlardan öcünü almak için yemin etti. Angelicayı Kulübenin Yakınında Ormanın içinde büyük bir ağacın altına altına gömdü. Gömerken içindeki intikam ateşi okadar sıcaktıki volkanın içinde kaynayan lavlardan bile daha sıcaktı neredeyse bu sıcaklıktan hergün yüregi acıyordu ancak bu acıya alışan Throth O günden sonra korsanlığı bırakıp balıkçılık yapmaya başladı.
- Meyla " Bu zamana kadar hiç anlatmamıştın"
- Bunu kendime bile hatırlatmak istemiyordum,
- Peki Karını öldürenleri buldunmu,
- Hayır, Ama bugün aldığım bir duyum bana intikam almam için bir kıvılcım yaktı.
- Yani gidicekmisin buralardan
- Bir süre buralarda olmıcam güzel Meylam.
- Seni bir daha nezaman görücem.
- Deniz Ana beni nezaman bu kıyılara sürüklerse ozaman! nezaman sürüklerse ozaman.
- Ozaman Deniz Anamızın Şerefine.
Tavernadaki herkez bir ağızdan Deniz Anamızın şerefine diye bağırdı.
Balıkçı Throth Alaca karanlıkta Okyanus'un dalgalarını âdeta ahenkle dans ettiren o hırçın rüzgarın esintisi ile gece kadar siyah kıvırcık saçları şapkasının altında dalgalanıyordu. Uzun boylu, iri yapılı korsan sitili uzun bir palto giymiş, kafasında uzun tüylü şapkası olan bir balıkçı. Korsanlar arasında da saygınlığını kanıtlamış, zamanın en gaddar ve en korkusuz korsanı Anzo'nun mürettebatı'nın kaptanlığını uzun yıllar boyunca yapmıştır.
Britain'nin aşağısında altın renkli kumlarla bezenmiş olan denizin o eşsiz sahilinde denizin nemli havasından cürümeye yüz tutmuş ufak ama sıcak barakasında, herzamanki gibi geceden açıldığı sulardan sabahın o esen meltemi ile birlikte dönen yaşlı balıkçı " Bu Deniz Ana benimle hırçın rüzgar, bütün balıklar sanki ağıma yakalanmak için can atıyor. Sende şu yelkenlerimi dalgalandırda bir an önce taze balıkalrımı satıyım..." geceden avladığı balıkları öğleden sonra Britain'de satmak için can atıyordu. Britain'de balıklarının bir kısmını satan Throth Yanına usulca yaklaşan bir gölgenin belirdiğini farkeder.
- Throth...
- Endişeli bir ses tonu ile " Kim Var Orda!"
- Sana Anzodan bir haber getirdim.
- Sende Kimsin. Işığa yaklaşta yüzünü göreyim.
Siyahlara bürünmüş bir hayalet gibi bembeyaz derisi dövmeyle kaplıydı, kara cübbesi geniş ve tuhaf bir şekilde yüzünün görünmesini engelliyordu.
- * Saygıyla eğilip reverans'ını yapar * Bana Bay Takip derler, Ben Anzo'nun elçisiyim.
- O yaşlı budala jack'e ne oldu.
- Bundan bir yıl önce Delucia civarında ölü bulundu hala bunu kimin yaptığını kimse bilmiyor.
- "Hımm" O iyi bir korsandı. Deniz Ana diğer tarafta onun ruhuna yol göstersin.
- Başını önüne eğerek göz ucu ile baktığı balıkçıya " Buraya Anzo'nun bir teklifini iletmek için geldim.
- O yaşlı Kurt benden ne isteyebilir ki.
- Sana geri çeviremiyeceğin bir teklifi var, * Cübbesinin içinde karanlıkta olan yüzü sinsi bir tebesüm ile hareketlendi*
- Uzun yıllar boyunca Anzo'ya hizmet ettim ve artık korsan değilim sadece gördüğün gibi bir balıkçıyım.
Throth tam arkasını dönüp gitme başlamıştı ki, Siyah cübbesinin içinde hayalete benzeyen Takip...
- Teklifini merak etmiyormusun Throth !! Dünyalar güzeli karını kimin öldürdüğünü bilmek istemiyormusun...
Throt kınından çıkardığı bıcağını bir anda Elçinin boğazına dayadı. " Söyle Ne Biliyorsun. Söyle dedim sana, Söyle!!". Beni öldürürsen bunu hiçbir zaman öğrenemezsin Throth.
- Dünyalar güzeli Angelicamı kim öldürdü...* Gözünden bir damla yaş ay ışığında parlayarak bıçağının üstüne düştü*
- Eğer bıçağını boğazımdan çekip bir az sakinleşirsen Anzo'nun teklifini söylicem.
- Tamam Kahrolası söyle neymiş teklifi.
- Delucia civarında bir gurup korsan geçenlerde bir parşömen bulmuşlar, bu parşömende Taranis'in saklı hazinesinin yeri çiziliymiş. Bu haritayı en büyük korsanlardan Kara sakalın çizdiği söyleniyor.
- "Hımm" Peki emrinde binlerce adamı varken bu görev için neden beni seçti ?
- Karını öldürenlerden biride bu parşömeni bulan korsanların lideriyim diyen bir korsan.
- Kimbu korsan adı ne?
- Kendine Pikas diyor.
- Nerde bulurum bu Pikası Söyle!
- Teklifi Kabul ediyormusun, Etmiyormusun?
- Ediyorum ama bir şartla Karımı öldürenleri bulmamda bana yardımedeceksin, hazine umrumda değil hepsi sizin olsun.
- O halde iki gün sonra Ocllo limanıda ol, yanına yolculukta kullanıcağın eşyalarınıda almayı unutma uzun bir yolculuk olucak.
Bay Takip gecenin karanlığında bir gölge gibi usulca kayboldu. Throth Britain şehrinin tavernasının kapısını yavaş açtı ve içeriye bir göz attıktan sonra kalabalıkta yürüyeceği yolu belirledi ve bir masaya oturdu. İçerden bir adam; Hancı Bu gece bütün içkiler benden diye seslendi. Tavernadaki sessizlik bir anda gülüşmelerle bozuldu.
- Hancı: Hoşgeldin Throth...
- Hancı Sepetimdeki Balıkları al
- Hancı: Bugün avın iyi geçti sanırım
- Deniz Ana bugün benim arkamdaydı, Sankı bütün balıklar Ağıma takılmak için can atıyor gibiydi.
- Hancı: Hadi bir içki al kendine bugün içkiler Barda Oturan adamdan.
- Hımm, Ozaman Balıklarıda pişirde yemeklerde benden olsun hancı, Bereketli geçen avımın şerefine.
- Hancı: Büyük Anamızın şerefine.
Hancı balıklarıda alıp barına dönerken tavernadaki güzel kızlar Throth'a bakıyorlar ve aralarında fısıldaşıyorlardı, içlerinden biri Throth'un masasına yaklaştı;
- "Yakışıklı balıkçı masanıza oturabilirmiyim"
- Hiç havamda değilim Meyla bu akşam olmaz.
- Ne oldu Hayalet görmüş gibisin
- Onun gibi birşey, az önce çok eskilerden yanında çalıştığım adam bana bir teklifte bulundu.
- Sen herzaman balıkçı değilmiydin, bir balıkçı kimin emrinde çalışabilir ki ?
- Hayır ben herzaman bir balıkçı değildim güzel Meyla... Ben bir korsandım Sosaria üzerindeki her yeri gezdim ve gittiğim her yerde arkamda bir hüzün bıraktım. Ben nereye elimi atsam orada bir hüzün bırakıyorum bu benim lanetim.
- Meyla çok şaşırır " Peki neden bunu bana daha önce söylemedin!"
- Söylemedim çünkü bunu son zamanlarda kendime bile söyleyemiyordum taki bu geceye kadar.
- Peki neden korsanlıktan vazgeçtin...
- Bundan yıllar önce ben korsanken her gün sosariada başka bir limanı yağmalardık bir gün Moonglow şehrindeki limanı mürettebatım ile birlikte yağmalamaya gittiğimizde bütün Moonglow limanını alt üst ettik neredeyse ordaki herseyi yağmaladık ve mürettebatımdaki hasta insanlar için bende şifa iksirleri yapan bir dükkana girdim. Dükkandaki adam arkası dönük bir şekilde;
- Hoşgeldin yabancı ! Sana nasıl yardımcı olabilirim !
- Ne kadar şifa iksirin varsa hepsini bir sandığın içine doldur...
- * Hızla arkasını dönen adam* ben hazırda şifa iksiri bulundurmam genç adam,
- Bana Yalan söyleme Yaşlı adam!
- Şifa iksirleri çabuk bozulduğu için ihtiyaç duyulduğu anda yaparım.
Tam bu sırada içerden yaşlı adamın kızı yarıya kadar çekilmiş perdenin arkasından " Baba Kim Geldi" diyerek çıktı. O anda gözlerimde parıltılı bir ışık belirdi ve içeri o girdi.
- O kim Throth ?
- Sabırlı olursan anlatıcam güzel Meylam...
Altın rengi kumlardan bile daha sarı teninin üstünde uzun bir büyücü cübbesi ve kafasında büyük bir kukuletası olan genç kız içeri girdiği anda, genç korsanı ilk görüşünde ürker ve;
- Baba bu adamda kim?
- Genç korsan; Ben sosariada ki en gözükara korsan Throth * genç kızın Önünde kafası ile ufak bir reverans yapar*
- Genç kız korkusuz bir şekilde memnun oldum genç korsan Throth... * Genç kız aynı nezaketle eğilerek reveransını yapar*
- Yaşlı adam " Aradığın şey burda yok genç korsan"
- Yanılıyorsun Yaşlı Adam ben aradığımı buldum...
- Yaşlı adam "Hayır buna asla izin vermem, kızımı benden alamazsın"
Bir hamle ile kızı belinden yakalayan Throth omzuna attı kızı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Tam bu sırada yaşlı adamın bir büyü yapmaya çalıştığını anlayan Throth kılıcını kınından çekip adamın tam kalbine sapladı.
- Meyla " Ee sonra ne oldu Throth adam öldümü"
- Evet genç kızın babası öldü bunu gören kız çok tiz bir sesle çığlık attı ve ağlamaya başladı.
Throth genç kızı gemisindeki özel kamarasına ***
ürdü genç kız babasının ölümü ile adeta yıkılmıştı ağlamaktan ve bağırmaktan yorgun düşen genç kız Throth'un yatagında sızdı, Uyandığında bulunduğu odaya şöyle bir göz gezdirdi oda sadece tel bir mum ışığı ıle aydınlanıyordu. ayağa kalkmaya çalışırken kamaranın en karanlık köşesinde bir koltukta oturan Throth'u gördü.
- Throth "Uyandın demek"
- Nezamandan beri uyuyorum,
- Neredeyse bir gündür uyuyorsun.
- Neredeyim ben.
- Benim nacizane ufak gemimin kaptan Kamarasındasın.
- Ya Babam, babam nerde.
- O öldü.
- Neden, Neden öldürdün onu... Kahrolası adam.
- Ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti, korsanlığa başladığımda ilk öğrendiğim şey " Asla kımsenin seni öldürmesine izinverme" olmuştu.
- Bu geçerli bir nedenmi sence.
- Benim açımdan evet.
- Peki neden benide öldürmedin,
- Sen hem çok güzelsin, hemde benim bir şifacıya ihtiyacım vardı. Yaşlı babanı alamazdım.
- Benim sana yardım edeceğimi nerden çıkardın babamın katiline neden yardımedeyimki.
- Orda bana bakışlarını gördüm, benimde sana nasıl baktığımı gördün,
- Bu bir neden değil.
- Evet değil ama sanki seni orda ilk gördüğümde Yıldırım Tanrılarının beynime yıldırımlarını fırlattığını hissettim. Seninle benim aramda bir bağ var, sanki seni yıllardır tanıyormuş gibi hissettim o anda. Bunları sende hissettin yalan söyleme.
- Angelica!
- Ne?
- Adım Angelica...
- Angelica Hımm... Çok güzel bir isimin var.
- Babam annemin ismini vermiş, o çok güzel bir kadınmış benimde onun kadar güzel olmamı istemiş.
Meyla bir anda " Yoksa bu o mu?"
- Evet güzel Meylam, Angelica benim karımdı.
- Ona ne oldu peki.
- Britain'nin aşağısında ufak bir kulübemiz vardı.
- Senin kıyıya yakın olan kulübenmi.
- Evet O, birgün Dünyalar güzeli Angelicam, gece alacakaranlıkta yıldızları yattığımız yerden izlerken;
- Throth sana güzel bir haberim var,
- Seni dinliyorum Apocalyptom,
- Sanırım baba oluyorsun...
- Aman Tanrım İnanmıyorum, Bu duyduklarım doğrumu Güzel Apocalyptom.
- Evet hayatım doğru küçük Throth sana baba dicek.
- Deniz Ana aşkına, Şükürler olsun.
O anda artık hayatımı bir düzene sokmama gerektiğini anladım ve sonkez Anzo'nun verdiği göreve gidip geri döndüğümde bırakıcağımı söyledim. Ertesi gün Anzonun yanına gittim.
- Throth kadim dostum bugün nasılsın,
- Sağol Anzo, Seninle birşey konuşmam lazım.
- Seni dinliyorum kadim dostum.
- Biliyorsun Anzo uzun yıllar boyunca senin yanında mürettebatına kaptanlık yaptım
- Evet Throth sen benim en güvendiğim adamsın dostumsun.
- Bugün çok güzel bir haber aldım, Karım hamile ve ben baba olucam,
- Kutlarım seni Throth, demek baba oluyorsun
- Evet Anzo Çok heycanlıyım, Hiç böyle bir heyecan hissetmemiştim ve bugün çok düşündüm baba olursam korsanlığı bırakmam gerekicek.
- Bunu Duyduğuma üzüldüm Halbuki yarın için sana bir görev vericektim, bu görevi senden başkasına veremem Throth en güvendiğim insan sensin.
- Tamm bu görevi kabul ediyorum ancak bir şartla,
- Söyle Throth Şartın neymiş
- Bu görevden sonra korsanlığı bırakıcam ve Güzel Angelicam ile huzurlu bir hayat geçirmek istiyorum.
- Tamam Throth Kabul ediyorum, Bu görevden sonra özgürsün.
- Sağol Anzo beni anlıcağını biliyordum.
- Ancak sana bu görevde Jack yardımedecek.
- Elçin Olan Yaşlı Jack mi?
- Evet
- Neden onun bu görevle ne ilgisi var,
- Rotanız üzerinde bir adaya uğramanız gerekicek. Jack orda benim istediğim bir seyi arıcak, zaten göreviniz bu Throth...
- Anlaşıldı Patron.
Throth evine döndüğünde güzel Angelica onu Kapıda karşılar.
- Konuştunmu,
- Evet konuştum, son bir göreve daha gitmem lazım ondan sonra özgürüm bebeğim.
- Peki nekadar sürcek bu görev.
- Bilmiyorum güzel Angelicam, belki birkaç hafta belkide bir kaç ay.
- Nekadar.
- En az 4 ay sürebilir. Ben yokken kendine çok dikkat et sana göz kulak olması için mürettebatımdan güvendiğim birini bırakıcam hemen yukarıda konaklaya bileceği bir kulube var ihtıyacın olduğunda seslenebileceğin kadar yakın.
- Nezaman gidiceksin.
- Gece yarısı yola çıkıcaz.
- Dikkatli ol.
- Seni Seviyorum Dünyalar güzeli Angelicam.
- Bende seni seviyorum tatlım.
Throth göreve gideli neredeyse 5 ay olmuştu ve Angelicayı çok merak ediyordu, bebek doğmuşmuydu acaba kızmı olmuştu erkekmi, bunları düşündükçe çıldırcak gibi olan Throth görevi yarıda kesip geri dönmek istedi. jack önce buna karşı çıktı Throth'un ısrarlarından sonra kabul etti ve geri döndüler. Throth eve geri döndüğünde Dünyalar güzeli Angelicanın Kanlar içinde yatan bedenini görünce deliye döndü ama artık onun için yapabileceği bir sey yoktu. O ölmüştü. Artık Throth için bu dünyanın bir anlamı kalmamıştı ama o gece güzel Angelicaya bunu yapanlardan öcünü almak için yemin etti. Angelicayı Kulübenin Yakınında Ormanın içinde büyük bir ağacın altına altına gömdü. Gömerken içindeki intikam ateşi okadar sıcaktıki volkanın içinde kaynayan lavlardan bile daha sıcaktı neredeyse bu sıcaklıktan hergün yüregi acıyordu ancak bu acıya alışan Throth O günden sonra korsanlığı bırakıp balıkçılık yapmaya başladı.
- Meyla " Bu zamana kadar hiç anlatmamıştın"
- Bunu kendime bile hatırlatmak istemiyordum,
- Peki Karını öldürenleri buldunmu,
- Hayır, Ama bugün aldığım bir duyum bana intikam almam için bir kıvılcım yaktı.
- Yani gidicekmisin buralardan
- Bir süre buralarda olmıcam güzel Meylam.
- Seni bir daha nezaman görücem.
- Deniz Ana beni nezaman bu kıyılara sürüklerse ozaman! nezaman sürüklerse ozaman.
- Ozaman Deniz Anamızın Şerefine.
Tavernadaki herkez bir ağızdan Deniz Anamızın şerefine diye bağırdı.
Yazar: Deidara
Yarışmadan çekilmiştir
Yazar: MaliceDeltoro
Rüzgar Çetesi
Başlangıç
Ne bir denizcinin şen şarkıları eksilir bu diyarda, ne de kılıçların çınlaması söner; iyilik ve kötülük arasında çırpınan. Sosaria'dır burası; ,insanların, cücelerin, elflerin ve daha birçoğunun memleketi...
Burada su berraktır; saf ve temiz. Gökyüzü ise şeffaftır; Cennet'in rengi ve onu süsleyen gök cisimleri.
Ormanlar kimi zaman bir rüzgar şarkısı fısıldar, kimi zaman sükunet içinde avını avlar.Sosaria'dır burası..
Tanrı
Şovalyeler toplumunda bundan önemli bir sözcük yoktur; Tanrı. Tanrı ister onları kral yapar, ister bir köle. Ama tanrısına karşı gelmeyen şovalyeler, her seferinde tanrılarından iyilik bulurlar. Bu yüzden tanrının dileği onlar için en büyük emirdir. Tek amaçları tanrıya hizmet etmek ve ona yaranmaktır. Güçlerini tamamen ondan alırlar ve onun için kullanırlar. Sadece tanrının kurduğu düzene inanır ve onu korurlar.
İnfaz
100 kadar atlı ile, kurdukları kamptan Britain'e doğru koşturuyorlardı Rüzgar Çetesi. Duydukları infaz haberi üzerine, esir arkadaşlarını infazdan kurtarmak için sinsice şehre dalacaklardı. Zadoba, Lord British'in düzensiz ve kötü yönetiminden bıkarak isyan etmiş, zamanında görevi olan British Ordusu'nun generalliği görevinden istifa etmiş olan paladin, her zamanki gibi çetenin komutasını üstleniyordu. Kanunları kanunsuzluk ile uygulayan bu kuralcı çete, kısa zaman içinde Britain'e varacaktı.
* * * * *
Gabriel, her günkü gibi bir insan kuklası üzerinde kılıç alıştırması yapıyordu. Silah kullanmada bir hayli üstün olan bu köylü genç, arkadaşlarının ona infazı haber vermeleri üzerine apar topar kılıcını ve atını alarak British Castle'a doğru atını sürdü.
Kurtuluş Okları
Rüzgar Çetesi'nin en iyi 7 okçusu ile Zadoba, atları ile kalenin arkasına dolandılar. Uçları kancalı 8 ip, sıra ile surlara doğru fırlatıldı ve herkes iplerden tırmanmaya başladı. Kısa süre içinde surlara ulaştılar. Bütün güvenliğin kale kapısına verilmesi, bu içeriye sızma aksiyonunun başarıya ulaşmasını sağladı. Çetenin geriye kalanı ise şehrin dışında bekliyordu. Zadoba, miğferini çıkarttı, zırhlı eldivenleri ile birlikte askerlerine uzattı.Üzerine basit bir cüppe giydi ve surlardan aşağıya bir yol bulmak için gözlerini kalede bir süre gezdirdi.
* * * * *
Gabriel hızla atını kalenin girişine bağladı ve her adımında hızlanarak kaleye girdi. O sırada bir din adamı, asılacak 6 kişinin kimliklerini ve suçlarını söylüyor ve onlar için son bir dua mırıldanıyordu. Gabriel gösteriyi izlemeye başladı. Neden bilmiyordu ama bu kaderi çizilmiş 6 kişinin mensubu oldukları Rüzgar Çetesi'ne içten bir sevgi besliyordu.
* * * * *
Nihayet aşağıya varan Zadoba, halkı yararak platformun en önüne ulaştı. Dikkat çekmeyecek bir biçimde izlemeye başladı. Cellat platforma çıktı ve kaderi çizilmiş olan 6 mahkûmun asılmak üzere oldukları alanın altındaki 6 kapağı hareket ettirecek kola ulaştı.Kolun çekilme anı, okçular için bir işaretti. Kol çekildiği gibi 7 tane ok ıslık çalarak ilerlemeye başladı. Biri tam celladın yüreğini deşerken, diğer 5'i asılı olan mahkümların iplerini kesecek kadar isabetli atılmıştı. İstemsiz bir gülümsemeyi yüzüne davet eden Zadoba, "Kurtuluş okları..." diye fısıldadı kendi kendine. Oklardan biri ise ipi yalayarak geçmiş ve halktan birinin omuzuna sağlandı. Zadoba, anında platforma çıktı, cüppesinin altındaki elf işlemeli kılıcı kaldırdı ve başarılı vuruşu mahkûmu yavaşça yere indirdi. Karışıklıktan faydalanmak isteyen Zadoba, platformdan aşağıya atlamaya davranırken, onu uyaran bir ıslık sesi oldu. Islığın ardından okun geleceğini çok iyi bilen Zadoba her ne kadar çabalasa da artık çok geçti. Bir ok tam olarak midesine doğru çarptı. O sırada içindeki kalın zırha şükürler ederek Zadoba koşmaya başladı çünkü zırhı ölümcül saldırıyı engellemişi. 6 mahkûm ve Zadoba kale girişine doğru koşturdular. Gabriel ise hemen arkalarından koşuyordu. Tek amacı bir Rüzgar Çetesi üyesi olmaktı, o da Lord British'in yönetiminden hoşnut değildi. Zadoba ve askerleri birer at bulup üstlerine atladılar. Okçular ise geldikleri surdaki iplerden tekrar aşağıya indiler. Bu sırada Lord British, şaşırmış gözlerle bakarak şu kelimeyi döktü ağzından "Zadoba De'moor..."
Yabancı
Zadoba ve askerlerine yetişmekte güçlük çeken Gabriel, daha arkadan geliyordu. Bir süre sonra ise hepsini kaybetti. Ama at izlerinden takip etti ve yaklaşık 3 saat sonra bir kamp gördü.Kamp koskocamandı. İçerisindeki askerleri kafadan 250 diye hesapladı Gabriel. Emin olamıyodu ama en az 250... Elfler ve insanların ortaklaşmış bir çetesi gibi duruyordu, bu çete. Gabriel içeriye girmekte kararlıydı. Bu onun en büyük hayaliydi. Ama yine de bu kadar düzenli bir kampı, çete kampını düşündükten sonra bu kararını bir kez daha sorguladı. Onu almazlarsa öldüreceklerinden adı gibi emindi çünkü onları gizli kamplarına kadar izlemişti. Gabriel her ne olursa olsun buna razıydı. İçeriye doğru büyük bir adım attığı gibi kafasının önünden bir rüzgar ile, iyi hedeflenmiş ama ufakça sıyırmış bir ok geçti. Gabriel hemen çalılara saklandı. "Ben dostum!" diye bağırdı. Bir ses geri olarak "Silahlarını at!" diye duyuldu. Gabriel düşünmeden kemerinin tokasını çözdü ve kılıcını çalılardan öne doğru fırlatarak, elleri yukarıda meydana çıktı. Meydana çıktığında ona çevrilmiş 15 kadar ok ve 20 mızrak onu şaşırtmamıştı. 2 tane mızraklı öne doğru hareket etti. Biri mızrağını tehditkâr bir biçimde Gabriel'e doğru sallarken diğeri de Gabriel'in saklayabileceği diğer silahları kontrol etti. Gabriel'den başka bir silah çıkmaması ilk tanışma için güzel bir gelişmeydi. Kötünün iyisi bir tanışma diyelim... Daha sonra ufak bir sorguya çekildi Gabriel.
"Nereden geliyorsun?" diye sordu askerlerden biri. Gabriel, yalan söylemenin lüzumsuz olduğunu biliyordu. "Britain'den buraya kadar izledim sizi." dedi rahatlıkla. "İsmin?". "Gabriel." diye cevapladı, "Gabriel Twistlefork.". Bir asker içeriye girdi. Bir zaman sonra, Gabriel'in hayallerindeki komutan Zadoba De'moor dışarıya adımını attı. Bu kadar yakından bu yüce komutanı gören Gabriel'i artık öldürseler de umrunda olmazdı.
Zadoba, Gabriel'in üzerini süzdü.Yırtık giyisileri, bir köylü olduğunu açıkça belli ediyordu. "Gönderin bu gariban köylüyü. Bizim işimiz o lanet British ve askerleri ile. Masum köylülerle değil." diye bir açıklama yaptı Zadoba. Gabriel "Efendim..." diye bir açıklama yapmaya çalışırken "Kelleni almadan uzaklaş köylü!" diye tükürürcesine bağırdı Zadoba. Onu küçük gördü. Bu Gabriel'i çok üzsede Zadoba için canını feda ederdi. Verilen emri yerine getirdi ve şehre döndü.
Saldırı
Zadoba'nın onu kabul etmeyişinin ardından 6 yıl geçmişti. Bu süre zarfında Gabriel hızla kendini geliştirdi ve tamamen bir silah ustası oldu. Her gün, her saat, her dakika çalışıyordu. Kendine her seferinde Britain'in gelmiş geçmiş en iyi silah ustası olacağının sözünü veriyordu. Kendine güveni yerine gelmiş Gabriel, katillerin şehre saldırdığı güney köprüdeki savaşlara katılmaya başlamış ve bir hayli ün yapmıştı. Tanımadığı yaşlı bir savaşçı, ona kendi kılıç ve zırhlarını vemişti. Blackrock madeninden yapılmış seti göz kamaştırıyor, elindeki büyülü kılıcı ise en ince saç telini bile ayırmaya yetiyordu. Artık o bir köylü olarak hor görülmüyor, hatta insanlar tarafından "Lord Gabriel" olarak çağırılıyordu.
Gabriel yine bir gün şehrin güvenliği için avlanacak katil ararken Britain amblemli bir elçi ona doğru yaklaştı ve "Lord Gabriel?" diye titreyerek sordu. Lord Gabriel başı ile dinlediğini belirtti ve blackrocktan yapılmış miğferini çıkarttı. Elçi, Gabriel'e Lord British tarafından beklendiğini bildirdi. Lord British, Gabriel'in hiç umrunda olmasa da olan olaylar her ne ise elçinin beyazlamış yüzünden okunuyor ve onda bir merak uyandırıyordu. Gabriel elçiye başı ile atını işaret etti. Elçi, atın arkasına atladı ve beraber kaleye kadar gittiler. Kuvvetli kısrağı kraliyet ahırcısına bıraktıktan sonra Gabriel kaleye girdi. Girişteki askerler Gabriel'i toplantı odasına yönlendirdi.Gabriel, çağıran diğer 19 savaşçının arasındaki boş olan tek sandalyeye oturdu. Lord British'e baktığında öfkesi ve endişesi yüzünden okunuyordu. Çok zaman geçirmeden Lord British söze başladı. "Orclar!" diye tükürdü sözüne başlarken. "Ve katiller!" diye bitirdi yarım kalan cümlesini. Gabriel hemen bir saldırı olacağını anladı. Lord British uzun uzun bu konu hakkında konuştu. Saldırı yola çıkmıştı bile. Şu ana kadar şehrin tarihinin gelmiş geçmiş en büyük savaşı olacaktı. 3000'e yakın orc, 500 kadar katil ve birkaç troll. Sayıları duyunca herkesin ağzı açık kaldı.Lord British konuşmasının sonuna doğru planını şu sözlerle tamamladı. "Tek çaremiz Rüzgar Çetesi. Bizi kurtarsa kurtarsa o isyankar Zadoba De'moor kurtarır!". Bu ismi söylemek bile British'e çok acı veriyordu.
Son 6 yılda Lord British'e karşı olanlar bir hayli artmış, hatta sadece Rüzgar Çetesi üyesi olanlar 1000 kişiye ulaşmıştı. Daha bu çetenin her üyesinin birçok arkadaşı vardı; zor durumlarda onlara yardım edecek. Hatta ve hatta eski Britain askerlerinin bir kısmını bile toplamıştı Zadoba.
Gabriel hiç düşünmeden "Ben giderim!" diye ortaya atıldı. O masmavi gözleri adeta alev kırmızısı yanıyordu. Lord British bu durumdan minnettar oldu ve Gabriel'i yolladı. Gabriel atına atladı ve bu hızlı atı ile 1.5 saat kadar bir sürede kampa ulaştı. Ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Hiç düşünmeden silahlarını meydana fırlattı ve kendisi arkadan elleri havada girdi. Onu tekrar bir zaman önceki aynı sorguya çekmeye başladılar. "Kimsin?". "Lord Gabriel Twistlefork!" diye vurguladı ünvanını, önemli biri olduğunu göstermek için. Daha çok soru sormaya çekinen askerler hemen içeriye girdi. İçeriden çıkan komutan, Gabriel'i rahatlattı. Halâ Zadoba başkanlık ediyordu bu gruba. Gabriel başı ile selamladı Zadoba'yı. Zadoba da aynı şekilde. Gabriel uzun uzun Zadoba'ya olayları, olacak saldırıyı ve istenen yardımı bildirdi.
Zor Karar
Zadoba, Lord British'in bu isteğini uzun uzun düşündü. Tam 2 gece. Bu süre zarfında Gabriel de misafir idi kampta. Bütün Sosaria'yı derinden etkileyecek bir savaş olacaktı bu. Britain çökerse Sosaria'nın ana kalesi çökmüş olurdu. Bunu kimse göze alamazdı.
Bir sabah Zadoba, bütün askerlerini topladı ve bir konuşma yaptı. Bu konuşmada herkesin tanıdığı bileği kuvvetli arkadaşlarını çağırmasını istedi. Kısa zaman içinde askerlerin yarısından çoğu atlara atlayarak ormanın içinde kayboldu. En geç gelecek birlik 3 gün sonra dönecekti. Bu zamandan sonra tek gereken sabretmekti..
Kaderin Savaşı
British kalesindeki 1500 askerden 250 tanesi surlara çıkmış ve ok atışları için bekliyorlardı. Davul sesleri git gide kulaklarda belirginleşiyor, halk deli gibi kaçışıp kaleye sığınmaya çalışıyordu. Halkın bir kısmı ise silahlanıp orduya yardım için katılıyordu. İlk saldırı 1 gün içinde vuracaktı.
Dum! Dum! Dum! Davullar o kadar yaklaşmıştı ki, davullar insanların kalp atışları gibi vücutlarını titreştiriyordu. Beklenen süvari gözcü de kaleye geri dönünce hendek köprüsü kaldırıldı. Bu kalenin en iyi savunma metoduydu. Çünkü hendekler geçilmez derinlikteydi.
İlk orc grubu şehri yaka yıka kaleye ulaştığında ok saldırıları başlamıştı. Orclar kaldırılacak hendek köprüsünü tahmin etmişlerdi. Beraberinde gelecek ok saldırılarından korunmak için epsi yüzeyi geniş kalkanlar taşıyordu. Hepsi kalkanlarını dik olarak taş-toprak yola dikti, kılıcı ile sabitledi. Bu gün belli olan sadece okların konuşacağıydı. İlk gün 2 taraf da pek birşeyler katedemedi. Orclar hendekten, British savunması ise iyi dövülmüş ve yüzeyi geniş kalkanlardan...
* * * * *
Bu olaylar gelişirken Rüzgar Çetesi'ne bazı yardımlar gelmişti bile. 3000 kişi olmuşlardı. 1000 kişi daha bekliyorlardı son bir gün için.
* * * * *
Savaşın 2. günü öncü grubun arkasından gelen katiller, diğer orclar ve 10 tam zırhlı troll, British askerlerinin gözünde büyük korku yarattı.Zar zor sığsalar da kalenin etrafını tamamen kuşattılar. Orc başkanları köprüyü indirmek için planlar düşünüyorlardı. En sonunda bir plan orc başkanlarına yıldırım gibi düştü, ok savaşları devam ederken...
* * * * *
Sabahın erken saatlerinde bütün Rüzgar Çetesi toparlandı. Tam tamına 4000 kişiyi bulmuşlardı. Bu sırada Gabriel, savaş hakkında Zadoba'ya bilgiler veriyor, düşman sayılarından bahsediyor, -özellikle troll yardımı olacağından bolca bahsediyor- ve kendi tahminlerini söylüyordu. Bir süre sonra tam plan ortaya kondu. Zadoba, mızrak ve kılıç kullanan süvarilerin orcları kolayca yere sereceğini biliyordu. Tek sorunu Troller oluşturuyordu. Bütün okçu süvarlerin de sadece trollere dalmasını emretti. Böylece troller, orcların üstüne yılıkarak düşman sayılarını bir hayli azaltacaklardı. 2 saat dinlendikten sonra Britain'e doğru yola çıktılar.
* * * * *
Orclar, buldukları plan çok basit olsa da kafalarını kullanmaları ile tanınmazlardı. Bu yüzden dahilermiş gibi sırıtıyor ve bağırışıyorlardı. Buldukları plana göre köprüyü tutan bir sağda ve bir solda çelik tellerin köprüye bağlandığı menteşelere taş atıp bunları kırmak; böylece köprüyü çok az bir zararla geçide indirmek. 2 troll, kolayca etraftaki evleri yıkarak 2 ufak kayayı basitçe bu menteşelere fırlattılar. Köprü hemen aşağıya indi ve artık kale ile bir bağlantıları yoktu. Bir troll ise bu kalın köprüden rahatça geçerek kaleyi koruyan 2. bir demir kapıyı rahatlıkla söktü.
* * * * *
Britain'e ulaşmalarına çok az zamanı kalmıştı Rüzgar Çetesinin. Hepsi savaş naraları atarak ilerliyor, birbirlerine destek veriyorlar ve cesaretlendiriyorlardı. Zadoba ise en önde atını koştururken savaş naraları atıyor ve bütün çeteye cesaret kazandırıyordu.
* * * * *
Lord British yerinde huzursuzlanıyordu. Her gelen yeni rapor onu daha da çılgına çeviriyordu. Rüzgar Çetesi'nden istediği yardımın gelmeyeceğini iyi biliyordu aslında ama bir umut... Umut mu? Hayır! O da kalmamıştı artık. Lord British, yerinden kıpırdadı. Silahını çekti ve ağzından istemsiz olarak "Atımı getirin!" kelimeleri döküldü. Lord British de savaşa girecekti. Bu savaş ölüm savaşıydı ve ölümün kaçışı yoktu. İyi hatırlanmak için askerleri ile beraber ölmeyi tercih etti.
* * * * *
Kapıyı kıran troll, içeriye girdi ve askerlere saldırmaya başladı. Daha içeriye girmeden 100 kadar ok yemişti ama hala ayaktaydı.Askerleri bir oraya ve bir buraya savuruyor, bundan gittikçe haz almaya başlıyordu. Diğerleri ise hala daha kapıda bekliyorlardı. Zafer kesin gözüküyordu troller için. Ta ki deprem gibi bir ses duyulana dek. Bütün herkes sustu. Savaş kısa bir süre için durdu. Ne bir ok atıldı, ne bir kılıç çınladı. Saniyeler her 2 taraf için de bir azap gibi geçti gitti. Deprem yükseliyor, yükseliyordu. Lord British bu saniyelerde atı ile kraliyet salonundan çıkıyordu. O da depremin kaynağını hissetmek için bir an durdu.
Köşeden bembeyaz zırhlar içinde, mavi tüylerle kaplı miğferi ve elinde bembeyaz parlayan kılıcı ile Zadoba De'moor döndü. Hemen ardından ihtişamlı blackrock seti ve büyülü kılıcı ile Gabriel. Bu ikisi görününce British askerleri nara atmaya başladı ve sevinç çığlıklarında bulundu. Troller ve orclar 2 adamın bu depremi yaratmayacağını düşünüp bakmaya devam ettiler ve onların arkasından bitmek tükenmek bilmeyen 1000 kadar atlı okçu ve 3000 kadar atlı yakın savaşçı çıktı. Lord British ve onun askerleri cesaret aldı ve savaşa son tempo devam ettiler. Atlı yakın dövüşçüler orcları ezip geçerken, okçu süvariler ise trolleri teker teker indiriyor, British savunma askerleri ise onlara yardım ediyordu.
Bu sırada bir an için Zadoba'ya bakmak isteyen Gabriel, son kalan troll tarafından aldığı bir darbe ile evlerden birinin sert duvarına kadar uçtu. Eve kafaüstü yandan çarpan Gabriel, vuruşun şiddeti ile evin duvarını yıkarak içine girdi. Bilinçsiz bir şekilde yatıyordu. Zadoba bunu hemen farketti ve dostunun yanına gitti. Boynunun ve kaburgalarının kırıldığını farkeden Zadoba'nın gözleri yaşlandı ve her şey için gururla dua ettiği tanrısına bu kez gözleri yaşlı olarak dua etti. Çok öfkkeliydi ve bir o kadar korkmuştu. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akıyordu. Tanrısı onu her zamanki gibi bu sefer de işitmişti. Gabriel ufak bir rüya görüp gözünü açtığında karşısında Zadoba'nın ellerini birbirine kavuşturmuş ve ağlamaklı bir halde dua etmekte olduğunu gördü. "Lo..Lord Zadoba?" dedi fısıldayarak daha yeni yerine gelen gözlerinin oyununa aldandığını düşünerek. Zadoba ona baktı ve ona çok büyük bir sevgi ile sarıldı. "Kardeşim!" diyordu her seferinde.
Gabriel istediğinden çok daha fazlasını almıştı. Zadoba gibi bir komutanla bir savaş istedi ve şimdi o komutan ona "Kardeşim!" diye hitap ediyordu. Zadoba onu hemen o evde bulunan yatağa taşıdı ve "Hemen geliyorum, bir yere ayrılma. Biraz dinlen." dedi. Gabriel ise başını salladı.
Hakedilmiş Krallık
Lord British, savaş bittiğinde Zadoba'yı özel olarak odasına çağırdı. Çok tehlikeli olduğunu biliyordu ama kendine "Beni sevmese neden yardım etsin?" gibi sorular sorarak kendini rahatlatıyordu. Lord British, Zadoba'ya teşekkürlerini ve minnetini sundu. Zadoba ise her zaman bu anı bekliyordu. British'in gereksiz teşekkürünü mü? Tabiki de hayır. Yalnız kalmayı.
Zadoba'nın yüzünde, Lord British'in bu teşekkürü üzerine şeytani bir gülümseme belirdi. Zadoba, iki kolunu sarılmayı belirtir gibi iki yana açtı. Lord British de gülümsedi ve ona birden sarılıverdi. Zadoba'nın kolunun altına gizlediği hançeri nasıl görebilirdi ki. Lord British'in kelimeleri boğazına dizilmişti. Söylemeye çalıştığı kelimeler dalgalı geliyordu ve sadece ağzından kan boşalıyordu. Zadoba, yıllarıdır içinde besleyip büyüttüğü bütün kinini ve öfkesini bir hançer ile Lord British'in sırtından girip yüreğine kadar uzanan hançerle ona geri veriyordu. Bu sırada kulağına eğilip fısıldayarak "Asıl ben teşekkür ederim." demeyi de unutmadı Zadoba; "Tüm Britain halkı adına sana teşekkür ederim British!".
Zadoba, ölmüş cesedi yere attı ve üzerine tükürdü. Tacı yerden aldı ve kendi kafasına taktı. Artık Britain şehrinin kralı Lord Zadoba olacaktı. Lord Zadoba, kapından dışarıya çıktı. Askerler tacı onun kafasında görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Hepsi afallamıştı adeta. İçlerinden birisi "Yaşasın yeni kral!" demeyi akıl etmişti. Lord Zadoba o yana baktığında kaburgalarını tutmuş Gabriel'in bağırdığını anladı ve ona gülümsedi. Gabriel de acısını unutup ona gülümsedi. Bu bağırış ile bütün askerler hep bir ağızdan "Yaşasın yeni kral!" diye bağırmaya başladı. Şükür ki atlıların gelmesiyle çok az insan ölmüştü. Lord Zadoba, Gabriel'i yanına çağırdı ve onu askeri başarınından dolayı Britain Ordusu'nun generali ilan etti ve bütün askerler ona tezahurat yaptı.
Gabriel'in amacı sadece Lord Zadoba'yı bir kere yakından görmekti ve şimdi kendisinin rütbeki generali.
Peki siz, ne kadar Gabriel olabilirsiniz?
Başlangıç
Ne bir denizcinin şen şarkıları eksilir bu diyarda, ne de kılıçların çınlaması söner; iyilik ve kötülük arasında çırpınan. Sosaria'dır burası; ,insanların, cücelerin, elflerin ve daha birçoğunun memleketi...
Burada su berraktır; saf ve temiz. Gökyüzü ise şeffaftır; Cennet'in rengi ve onu süsleyen gök cisimleri.
Ormanlar kimi zaman bir rüzgar şarkısı fısıldar, kimi zaman sükunet içinde avını avlar.Sosaria'dır burası..
Tanrı
Şovalyeler toplumunda bundan önemli bir sözcük yoktur; Tanrı. Tanrı ister onları kral yapar, ister bir köle. Ama tanrısına karşı gelmeyen şovalyeler, her seferinde tanrılarından iyilik bulurlar. Bu yüzden tanrının dileği onlar için en büyük emirdir. Tek amaçları tanrıya hizmet etmek ve ona yaranmaktır. Güçlerini tamamen ondan alırlar ve onun için kullanırlar. Sadece tanrının kurduğu düzene inanır ve onu korurlar.
İnfaz
100 kadar atlı ile, kurdukları kamptan Britain'e doğru koşturuyorlardı Rüzgar Çetesi. Duydukları infaz haberi üzerine, esir arkadaşlarını infazdan kurtarmak için sinsice şehre dalacaklardı. Zadoba, Lord British'in düzensiz ve kötü yönetiminden bıkarak isyan etmiş, zamanında görevi olan British Ordusu'nun generalliği görevinden istifa etmiş olan paladin, her zamanki gibi çetenin komutasını üstleniyordu. Kanunları kanunsuzluk ile uygulayan bu kuralcı çete, kısa zaman içinde Britain'e varacaktı.
* * * * *
Gabriel, her günkü gibi bir insan kuklası üzerinde kılıç alıştırması yapıyordu. Silah kullanmada bir hayli üstün olan bu köylü genç, arkadaşlarının ona infazı haber vermeleri üzerine apar topar kılıcını ve atını alarak British Castle'a doğru atını sürdü.
Kurtuluş Okları
Rüzgar Çetesi'nin en iyi 7 okçusu ile Zadoba, atları ile kalenin arkasına dolandılar. Uçları kancalı 8 ip, sıra ile surlara doğru fırlatıldı ve herkes iplerden tırmanmaya başladı. Kısa süre içinde surlara ulaştılar. Bütün güvenliğin kale kapısına verilmesi, bu içeriye sızma aksiyonunun başarıya ulaşmasını sağladı. Çetenin geriye kalanı ise şehrin dışında bekliyordu. Zadoba, miğferini çıkarttı, zırhlı eldivenleri ile birlikte askerlerine uzattı.Üzerine basit bir cüppe giydi ve surlardan aşağıya bir yol bulmak için gözlerini kalede bir süre gezdirdi.
* * * * *
Gabriel hızla atını kalenin girişine bağladı ve her adımında hızlanarak kaleye girdi. O sırada bir din adamı, asılacak 6 kişinin kimliklerini ve suçlarını söylüyor ve onlar için son bir dua mırıldanıyordu. Gabriel gösteriyi izlemeye başladı. Neden bilmiyordu ama bu kaderi çizilmiş 6 kişinin mensubu oldukları Rüzgar Çetesi'ne içten bir sevgi besliyordu.
* * * * *
Nihayet aşağıya varan Zadoba, halkı yararak platformun en önüne ulaştı. Dikkat çekmeyecek bir biçimde izlemeye başladı. Cellat platforma çıktı ve kaderi çizilmiş olan 6 mahkûmun asılmak üzere oldukları alanın altındaki 6 kapağı hareket ettirecek kola ulaştı.Kolun çekilme anı, okçular için bir işaretti. Kol çekildiği gibi 7 tane ok ıslık çalarak ilerlemeye başladı. Biri tam celladın yüreğini deşerken, diğer 5'i asılı olan mahkümların iplerini kesecek kadar isabetli atılmıştı. İstemsiz bir gülümsemeyi yüzüne davet eden Zadoba, "Kurtuluş okları..." diye fısıldadı kendi kendine. Oklardan biri ise ipi yalayarak geçmiş ve halktan birinin omuzuna sağlandı. Zadoba, anında platforma çıktı, cüppesinin altındaki elf işlemeli kılıcı kaldırdı ve başarılı vuruşu mahkûmu yavaşça yere indirdi. Karışıklıktan faydalanmak isteyen Zadoba, platformdan aşağıya atlamaya davranırken, onu uyaran bir ıslık sesi oldu. Islığın ardından okun geleceğini çok iyi bilen Zadoba her ne kadar çabalasa da artık çok geçti. Bir ok tam olarak midesine doğru çarptı. O sırada içindeki kalın zırha şükürler ederek Zadoba koşmaya başladı çünkü zırhı ölümcül saldırıyı engellemişi. 6 mahkûm ve Zadoba kale girişine doğru koşturdular. Gabriel ise hemen arkalarından koşuyordu. Tek amacı bir Rüzgar Çetesi üyesi olmaktı, o da Lord British'in yönetiminden hoşnut değildi. Zadoba ve askerleri birer at bulup üstlerine atladılar. Okçular ise geldikleri surdaki iplerden tekrar aşağıya indiler. Bu sırada Lord British, şaşırmış gözlerle bakarak şu kelimeyi döktü ağzından "Zadoba De'moor..."
Yabancı
Zadoba ve askerlerine yetişmekte güçlük çeken Gabriel, daha arkadan geliyordu. Bir süre sonra ise hepsini kaybetti. Ama at izlerinden takip etti ve yaklaşık 3 saat sonra bir kamp gördü.Kamp koskocamandı. İçerisindeki askerleri kafadan 250 diye hesapladı Gabriel. Emin olamıyodu ama en az 250... Elfler ve insanların ortaklaşmış bir çetesi gibi duruyordu, bu çete. Gabriel içeriye girmekte kararlıydı. Bu onun en büyük hayaliydi. Ama yine de bu kadar düzenli bir kampı, çete kampını düşündükten sonra bu kararını bir kez daha sorguladı. Onu almazlarsa öldüreceklerinden adı gibi emindi çünkü onları gizli kamplarına kadar izlemişti. Gabriel her ne olursa olsun buna razıydı. İçeriye doğru büyük bir adım attığı gibi kafasının önünden bir rüzgar ile, iyi hedeflenmiş ama ufakça sıyırmış bir ok geçti. Gabriel hemen çalılara saklandı. "Ben dostum!" diye bağırdı. Bir ses geri olarak "Silahlarını at!" diye duyuldu. Gabriel düşünmeden kemerinin tokasını çözdü ve kılıcını çalılardan öne doğru fırlatarak, elleri yukarıda meydana çıktı. Meydana çıktığında ona çevrilmiş 15 kadar ok ve 20 mızrak onu şaşırtmamıştı. 2 tane mızraklı öne doğru hareket etti. Biri mızrağını tehditkâr bir biçimde Gabriel'e doğru sallarken diğeri de Gabriel'in saklayabileceği diğer silahları kontrol etti. Gabriel'den başka bir silah çıkmaması ilk tanışma için güzel bir gelişmeydi. Kötünün iyisi bir tanışma diyelim... Daha sonra ufak bir sorguya çekildi Gabriel.
"Nereden geliyorsun?" diye sordu askerlerden biri. Gabriel, yalan söylemenin lüzumsuz olduğunu biliyordu. "Britain'den buraya kadar izledim sizi." dedi rahatlıkla. "İsmin?". "Gabriel." diye cevapladı, "Gabriel Twistlefork.". Bir asker içeriye girdi. Bir zaman sonra, Gabriel'in hayallerindeki komutan Zadoba De'moor dışarıya adımını attı. Bu kadar yakından bu yüce komutanı gören Gabriel'i artık öldürseler de umrunda olmazdı.
Zadoba, Gabriel'in üzerini süzdü.Yırtık giyisileri, bir köylü olduğunu açıkça belli ediyordu. "Gönderin bu gariban köylüyü. Bizim işimiz o lanet British ve askerleri ile. Masum köylülerle değil." diye bir açıklama yaptı Zadoba. Gabriel "Efendim..." diye bir açıklama yapmaya çalışırken "Kelleni almadan uzaklaş köylü!" diye tükürürcesine bağırdı Zadoba. Onu küçük gördü. Bu Gabriel'i çok üzsede Zadoba için canını feda ederdi. Verilen emri yerine getirdi ve şehre döndü.
Saldırı
Zadoba'nın onu kabul etmeyişinin ardından 6 yıl geçmişti. Bu süre zarfında Gabriel hızla kendini geliştirdi ve tamamen bir silah ustası oldu. Her gün, her saat, her dakika çalışıyordu. Kendine her seferinde Britain'in gelmiş geçmiş en iyi silah ustası olacağının sözünü veriyordu. Kendine güveni yerine gelmiş Gabriel, katillerin şehre saldırdığı güney köprüdeki savaşlara katılmaya başlamış ve bir hayli ün yapmıştı. Tanımadığı yaşlı bir savaşçı, ona kendi kılıç ve zırhlarını vemişti. Blackrock madeninden yapılmış seti göz kamaştırıyor, elindeki büyülü kılıcı ise en ince saç telini bile ayırmaya yetiyordu. Artık o bir köylü olarak hor görülmüyor, hatta insanlar tarafından "Lord Gabriel" olarak çağırılıyordu.
Gabriel yine bir gün şehrin güvenliği için avlanacak katil ararken Britain amblemli bir elçi ona doğru yaklaştı ve "Lord Gabriel?" diye titreyerek sordu. Lord Gabriel başı ile dinlediğini belirtti ve blackrocktan yapılmış miğferini çıkarttı. Elçi, Gabriel'e Lord British tarafından beklendiğini bildirdi. Lord British, Gabriel'in hiç umrunda olmasa da olan olaylar her ne ise elçinin beyazlamış yüzünden okunuyor ve onda bir merak uyandırıyordu. Gabriel elçiye başı ile atını işaret etti. Elçi, atın arkasına atladı ve beraber kaleye kadar gittiler. Kuvvetli kısrağı kraliyet ahırcısına bıraktıktan sonra Gabriel kaleye girdi. Girişteki askerler Gabriel'i toplantı odasına yönlendirdi.Gabriel, çağıran diğer 19 savaşçının arasındaki boş olan tek sandalyeye oturdu. Lord British'e baktığında öfkesi ve endişesi yüzünden okunuyordu. Çok zaman geçirmeden Lord British söze başladı. "Orclar!" diye tükürdü sözüne başlarken. "Ve katiller!" diye bitirdi yarım kalan cümlesini. Gabriel hemen bir saldırı olacağını anladı. Lord British uzun uzun bu konu hakkında konuştu. Saldırı yola çıkmıştı bile. Şu ana kadar şehrin tarihinin gelmiş geçmiş en büyük savaşı olacaktı. 3000'e yakın orc, 500 kadar katil ve birkaç troll. Sayıları duyunca herkesin ağzı açık kaldı.Lord British konuşmasının sonuna doğru planını şu sözlerle tamamladı. "Tek çaremiz Rüzgar Çetesi. Bizi kurtarsa kurtarsa o isyankar Zadoba De'moor kurtarır!". Bu ismi söylemek bile British'e çok acı veriyordu.
Son 6 yılda Lord British'e karşı olanlar bir hayli artmış, hatta sadece Rüzgar Çetesi üyesi olanlar 1000 kişiye ulaşmıştı. Daha bu çetenin her üyesinin birçok arkadaşı vardı; zor durumlarda onlara yardım edecek. Hatta ve hatta eski Britain askerlerinin bir kısmını bile toplamıştı Zadoba.
Gabriel hiç düşünmeden "Ben giderim!" diye ortaya atıldı. O masmavi gözleri adeta alev kırmızısı yanıyordu. Lord British bu durumdan minnettar oldu ve Gabriel'i yolladı. Gabriel atına atladı ve bu hızlı atı ile 1.5 saat kadar bir sürede kampa ulaştı. Ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Hiç düşünmeden silahlarını meydana fırlattı ve kendisi arkadan elleri havada girdi. Onu tekrar bir zaman önceki aynı sorguya çekmeye başladılar. "Kimsin?". "Lord Gabriel Twistlefork!" diye vurguladı ünvanını, önemli biri olduğunu göstermek için. Daha çok soru sormaya çekinen askerler hemen içeriye girdi. İçeriden çıkan komutan, Gabriel'i rahatlattı. Halâ Zadoba başkanlık ediyordu bu gruba. Gabriel başı ile selamladı Zadoba'yı. Zadoba da aynı şekilde. Gabriel uzun uzun Zadoba'ya olayları, olacak saldırıyı ve istenen yardımı bildirdi.
Zor Karar
Zadoba, Lord British'in bu isteğini uzun uzun düşündü. Tam 2 gece. Bu süre zarfında Gabriel de misafir idi kampta. Bütün Sosaria'yı derinden etkileyecek bir savaş olacaktı bu. Britain çökerse Sosaria'nın ana kalesi çökmüş olurdu. Bunu kimse göze alamazdı.
Bir sabah Zadoba, bütün askerlerini topladı ve bir konuşma yaptı. Bu konuşmada herkesin tanıdığı bileği kuvvetli arkadaşlarını çağırmasını istedi. Kısa zaman içinde askerlerin yarısından çoğu atlara atlayarak ormanın içinde kayboldu. En geç gelecek birlik 3 gün sonra dönecekti. Bu zamandan sonra tek gereken sabretmekti..
Kaderin Savaşı
British kalesindeki 1500 askerden 250 tanesi surlara çıkmış ve ok atışları için bekliyorlardı. Davul sesleri git gide kulaklarda belirginleşiyor, halk deli gibi kaçışıp kaleye sığınmaya çalışıyordu. Halkın bir kısmı ise silahlanıp orduya yardım için katılıyordu. İlk saldırı 1 gün içinde vuracaktı.
Dum! Dum! Dum! Davullar o kadar yaklaşmıştı ki, davullar insanların kalp atışları gibi vücutlarını titreştiriyordu. Beklenen süvari gözcü de kaleye geri dönünce hendek köprüsü kaldırıldı. Bu kalenin en iyi savunma metoduydu. Çünkü hendekler geçilmez derinlikteydi.
İlk orc grubu şehri yaka yıka kaleye ulaştığında ok saldırıları başlamıştı. Orclar kaldırılacak hendek köprüsünü tahmin etmişlerdi. Beraberinde gelecek ok saldırılarından korunmak için epsi yüzeyi geniş kalkanlar taşıyordu. Hepsi kalkanlarını dik olarak taş-toprak yola dikti, kılıcı ile sabitledi. Bu gün belli olan sadece okların konuşacağıydı. İlk gün 2 taraf da pek birşeyler katedemedi. Orclar hendekten, British savunması ise iyi dövülmüş ve yüzeyi geniş kalkanlardan...
* * * * *
Bu olaylar gelişirken Rüzgar Çetesi'ne bazı yardımlar gelmişti bile. 3000 kişi olmuşlardı. 1000 kişi daha bekliyorlardı son bir gün için.
* * * * *
Savaşın 2. günü öncü grubun arkasından gelen katiller, diğer orclar ve 10 tam zırhlı troll, British askerlerinin gözünde büyük korku yarattı.Zar zor sığsalar da kalenin etrafını tamamen kuşattılar. Orc başkanları köprüyü indirmek için planlar düşünüyorlardı. En sonunda bir plan orc başkanlarına yıldırım gibi düştü, ok savaşları devam ederken...
* * * * *
Sabahın erken saatlerinde bütün Rüzgar Çetesi toparlandı. Tam tamına 4000 kişiyi bulmuşlardı. Bu sırada Gabriel, savaş hakkında Zadoba'ya bilgiler veriyor, düşman sayılarından bahsediyor, -özellikle troll yardımı olacağından bolca bahsediyor- ve kendi tahminlerini söylüyordu. Bir süre sonra tam plan ortaya kondu. Zadoba, mızrak ve kılıç kullanan süvarilerin orcları kolayca yere sereceğini biliyordu. Tek sorunu Troller oluşturuyordu. Bütün okçu süvarlerin de sadece trollere dalmasını emretti. Böylece troller, orcların üstüne yılıkarak düşman sayılarını bir hayli azaltacaklardı. 2 saat dinlendikten sonra Britain'e doğru yola çıktılar.
* * * * *
Orclar, buldukları plan çok basit olsa da kafalarını kullanmaları ile tanınmazlardı. Bu yüzden dahilermiş gibi sırıtıyor ve bağırışıyorlardı. Buldukları plana göre köprüyü tutan bir sağda ve bir solda çelik tellerin köprüye bağlandığı menteşelere taş atıp bunları kırmak; böylece köprüyü çok az bir zararla geçide indirmek. 2 troll, kolayca etraftaki evleri yıkarak 2 ufak kayayı basitçe bu menteşelere fırlattılar. Köprü hemen aşağıya indi ve artık kale ile bir bağlantıları yoktu. Bir troll ise bu kalın köprüden rahatça geçerek kaleyi koruyan 2. bir demir kapıyı rahatlıkla söktü.
* * * * *
Britain'e ulaşmalarına çok az zamanı kalmıştı Rüzgar Çetesinin. Hepsi savaş naraları atarak ilerliyor, birbirlerine destek veriyorlar ve cesaretlendiriyorlardı. Zadoba ise en önde atını koştururken savaş naraları atıyor ve bütün çeteye cesaret kazandırıyordu.
* * * * *
Lord British yerinde huzursuzlanıyordu. Her gelen yeni rapor onu daha da çılgına çeviriyordu. Rüzgar Çetesi'nden istediği yardımın gelmeyeceğini iyi biliyordu aslında ama bir umut... Umut mu? Hayır! O da kalmamıştı artık. Lord British, yerinden kıpırdadı. Silahını çekti ve ağzından istemsiz olarak "Atımı getirin!" kelimeleri döküldü. Lord British de savaşa girecekti. Bu savaş ölüm savaşıydı ve ölümün kaçışı yoktu. İyi hatırlanmak için askerleri ile beraber ölmeyi tercih etti.
* * * * *
Kapıyı kıran troll, içeriye girdi ve askerlere saldırmaya başladı. Daha içeriye girmeden 100 kadar ok yemişti ama hala ayaktaydı.Askerleri bir oraya ve bir buraya savuruyor, bundan gittikçe haz almaya başlıyordu. Diğerleri ise hala daha kapıda bekliyorlardı. Zafer kesin gözüküyordu troller için. Ta ki deprem gibi bir ses duyulana dek. Bütün herkes sustu. Savaş kısa bir süre için durdu. Ne bir ok atıldı, ne bir kılıç çınladı. Saniyeler her 2 taraf için de bir azap gibi geçti gitti. Deprem yükseliyor, yükseliyordu. Lord British bu saniyelerde atı ile kraliyet salonundan çıkıyordu. O da depremin kaynağını hissetmek için bir an durdu.
Köşeden bembeyaz zırhlar içinde, mavi tüylerle kaplı miğferi ve elinde bembeyaz parlayan kılıcı ile Zadoba De'moor döndü. Hemen ardından ihtişamlı blackrock seti ve büyülü kılıcı ile Gabriel. Bu ikisi görününce British askerleri nara atmaya başladı ve sevinç çığlıklarında bulundu. Troller ve orclar 2 adamın bu depremi yaratmayacağını düşünüp bakmaya devam ettiler ve onların arkasından bitmek tükenmek bilmeyen 1000 kadar atlı okçu ve 3000 kadar atlı yakın savaşçı çıktı. Lord British ve onun askerleri cesaret aldı ve savaşa son tempo devam ettiler. Atlı yakın dövüşçüler orcları ezip geçerken, okçu süvariler ise trolleri teker teker indiriyor, British savunma askerleri ise onlara yardım ediyordu.
Bu sırada bir an için Zadoba'ya bakmak isteyen Gabriel, son kalan troll tarafından aldığı bir darbe ile evlerden birinin sert duvarına kadar uçtu. Eve kafaüstü yandan çarpan Gabriel, vuruşun şiddeti ile evin duvarını yıkarak içine girdi. Bilinçsiz bir şekilde yatıyordu. Zadoba bunu hemen farketti ve dostunun yanına gitti. Boynunun ve kaburgalarının kırıldığını farkeden Zadoba'nın gözleri yaşlandı ve her şey için gururla dua ettiği tanrısına bu kez gözleri yaşlı olarak dua etti. Çok öfkkeliydi ve bir o kadar korkmuştu. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akıyordu. Tanrısı onu her zamanki gibi bu sefer de işitmişti. Gabriel ufak bir rüya görüp gözünü açtığında karşısında Zadoba'nın ellerini birbirine kavuşturmuş ve ağlamaklı bir halde dua etmekte olduğunu gördü. "Lo..Lord Zadoba?" dedi fısıldayarak daha yeni yerine gelen gözlerinin oyununa aldandığını düşünerek. Zadoba ona baktı ve ona çok büyük bir sevgi ile sarıldı. "Kardeşim!" diyordu her seferinde.
Gabriel istediğinden çok daha fazlasını almıştı. Zadoba gibi bir komutanla bir savaş istedi ve şimdi o komutan ona "Kardeşim!" diye hitap ediyordu. Zadoba onu hemen o evde bulunan yatağa taşıdı ve "Hemen geliyorum, bir yere ayrılma. Biraz dinlen." dedi. Gabriel ise başını salladı.
Hakedilmiş Krallık
Lord British, savaş bittiğinde Zadoba'yı özel olarak odasına çağırdı. Çok tehlikeli olduğunu biliyordu ama kendine "Beni sevmese neden yardım etsin?" gibi sorular sorarak kendini rahatlatıyordu. Lord British, Zadoba'ya teşekkürlerini ve minnetini sundu. Zadoba ise her zaman bu anı bekliyordu. British'in gereksiz teşekkürünü mü? Tabiki de hayır. Yalnız kalmayı.
Zadoba'nın yüzünde, Lord British'in bu teşekkürü üzerine şeytani bir gülümseme belirdi. Zadoba, iki kolunu sarılmayı belirtir gibi iki yana açtı. Lord British de gülümsedi ve ona birden sarılıverdi. Zadoba'nın kolunun altına gizlediği hançeri nasıl görebilirdi ki. Lord British'in kelimeleri boğazına dizilmişti. Söylemeye çalıştığı kelimeler dalgalı geliyordu ve sadece ağzından kan boşalıyordu. Zadoba, yıllarıdır içinde besleyip büyüttüğü bütün kinini ve öfkesini bir hançer ile Lord British'in sırtından girip yüreğine kadar uzanan hançerle ona geri veriyordu. Bu sırada kulağına eğilip fısıldayarak "Asıl ben teşekkür ederim." demeyi de unutmadı Zadoba; "Tüm Britain halkı adına sana teşekkür ederim British!".
Zadoba, ölmüş cesedi yere attı ve üzerine tükürdü. Tacı yerden aldı ve kendi kafasına taktı. Artık Britain şehrinin kralı Lord Zadoba olacaktı. Lord Zadoba, kapından dışarıya çıktı. Askerler tacı onun kafasında görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Hepsi afallamıştı adeta. İçlerinden birisi "Yaşasın yeni kral!" demeyi akıl etmişti. Lord Zadoba o yana baktığında kaburgalarını tutmuş Gabriel'in bağırdığını anladı ve ona gülümsedi. Gabriel de acısını unutup ona gülümsedi. Bu bağırış ile bütün askerler hep bir ağızdan "Yaşasın yeni kral!" diye bağırmaya başladı. Şükür ki atlıların gelmesiyle çok az insan ölmüştü. Lord Zadoba, Gabriel'i yanına çağırdı ve onu askeri başarınından dolayı Britain Ordusu'nun generali ilan etti ve bütün askerler ona tezahurat yaptı.
Gabriel'in amacı sadece Lord Zadoba'yı bir kere yakından görmekti ve şimdi kendisinin rütbeki generali.
Peki siz, ne kadar Gabriel olabilirsiniz?
Son güncelleme: Amesron tarafından 10-12-2009 20:52 GMT tarihinde, önce.
berkanu - 08-12-2009 14:03 GMT -
hadi bakalım herkese başarılar
hadi bakalım herkese başarılar
deepanti - 08-12-2009 14:14 GMT -
Hadi Bakalım Görücez Başarılar
Hadi Bakalım Görücez Başarılar
chocolove - 08-12-2009 17:04 GMT -
script yarışmasındaki gibi jüri oylamasıda olucakmı ?
script yarışmasındaki gibi jüri oylamasıda olucakmı ?
xwerswoodx - 08-12-2009 17:06 GMT -
Amesron :
UO-Dev'in düzenleyeceği ikinci etkinlik olan öykü yarışması yapılacaktır. Yazar kabiliyetinize güveniyorsanız siz de şansınızı deneyebilirsiniz. Katılımlar bittiğinde anket açılacaktır. Juri üyelerimiz de değerlendirmelerini yapacaklardır. Anket ve juri oyları sonucunda birinci belirlenecektir.
Son Katılım: 07.12.2009
Anket Tarihi: 08 / 14.12.2009
Sonuç Tarihi: 15.12.2009
chocolove - 08-12-2009 17:08 GMT -
sağol xwer....
sağol xwer....
xwerswoodx - 08-12-2009 17:20 GMT -
önemli değil
önemli değil
Deidara - 08-12-2009 19:53 GMT -
Aslında kim niye, kime ve neden oy verdiğini yazsa daha hoş olur ^^
Başarılar
Aslında kim niye, kime ve neden oy verdiğini yazsa daha hoş olur ^^
Başarılar
xwerswoodx - 08-12-2009 20:03 GMT -
bence deidara çok güzel yazmış biz ilk yarışma olduğu için çok ciddiye almadık arkadaş gayet ciddi gelmiş bence kazanmalı
bence deidara çok güzel yazmış biz ilk yarışma olduğu için çok ciddiye almadık arkadaş gayet ciddi gelmiş bence kazanmalı
Deidara - 08-12-2009 20:10 GMT -
Aslında pek ciddilikle alakası yok.Yazdığım hikayeyi kendimde beğenmedim.Okulda dil ve anlatım dersi için yazdıklarım çok daha güzel oluyor ( kendimide öveyim hıh ).Amacım daha çok kendimi geliştirmeye yönelikti
Aslında pek ciddilikle alakası yok.Yazdığım hikayeyi kendimde beğenmedim.Okulda dil ve anlatım dersi için yazdıklarım çok daha güzel oluyor ( kendimide öveyim hıh ).Amacım daha çok kendimi geliştirmeye yönelikti
chocolove - 08-12-2009 20:16 GMT -
Deidaranın yazdığı hikayeleri yayınlamadan önce okuyan biri olarak Deidara her zaman böyledir yani 15 dk uğraşsa dahi böyle ciddi işler çıkartabilme yeteneğine sahip bi kişilik. Bu hikayeyide defalarca tam anlamıyla beğenmediğini koymak istemediğini belirtmesine rağmen benim zorumla koymuştur
Deidaranın yazdığı hikayeleri yayınlamadan önce okuyan biri olarak Deidara her zaman böyledir yani 15 dk uğraşsa dahi böyle ciddi işler çıkartabilme yeteneğine sahip bi kişilik. Bu hikayeyide defalarca tam anlamıyla beğenmediğini koymak istemediğini belirtmesine rağmen benim zorumla koymuştur
xwerswoodx - 08-12-2009 20:47 GMT -
o zaman kendiyle gurur duyması gerek
o zaman kendiyle gurur duyması gerek
TheRaskol - 08-12-2009 20:55 GMT -
Herkese başarılar ve teşekkürler
Herkese başarılar ve teşekkürler
chocolove - 08-12-2009 21:02 GMT -
@xwerswoodx
bencede basit bişey değil sonuçta boş sayfayı doldurabilmek
@xwerswoodx
bencede basit bişey değil sonuçta boş sayfayı doldurabilmek